Son günlerde herkesin ağzında bir nükleer söylemidir gidiyor. Bu konuyu birde Kennedy ve Kruşçev döneminin, yani soğuk savaşın en sıcak yaşandığı dönem olan Küba füze krizi zamanlarını analiz eden Prof Mahir Kaynak’ın eski bir makalesi üstünden gidelim ve günümüzle karşılaştıralım.
Kimse “Kennedy niçin öldürüldü?” diye sormaz. “Kim öldürdü?” diye sorar. Kennedy niçin öldürüldü? Kennedy bugün söylediğimiz olayların, fikirlerin oluşturulduğu ilk günler iktidardaydı.
Diyordu ki,”Dengenin bir tarafında neden Sovyetler Birliği olsun, onu tasfiye edelim, Avrupa’yı güçlü hale getirelim.Böylece denge Avrupa ile ABD arasında kurulsun!” Hatta Avrupa’ya geldi, Berlin’e gitti, “Ich bin ein Berliner!” Yani “Ben bir Berlinli’yim” dedi.
O zaman Sovyet devlet adamı Kruşçev ABD’deki muhataplarına,”Bu değişim ancak savaşla olur. Biz böyle bir değişime, tasfiyeye karşı çıkarız. Savaşı göze alıyorsanız, böyle devam edin” dedi. Niye o günlerde nükleer savaştan dönüldü?
(Burada Küba füze krizinden bahsediliyor)
Çünkü ABD’liler, hem Rusya’nın talebi olduğu için hem de Demokratların bu politikasını beğenmedikleri için”Biz başkanımızı feda ederiz” dediler ve ettiler.
‘Demokratların politikasını beğenmedikleri’ için ibaresine dikkatinizi çekeriz. Putin’in Cumhuriyetçi başkan adayı Trump’a övgüsü daha bir anlam kazandı mı?
Putin, Moskova’da düzenlediği yıllık basın toplantısının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, ABD’deki Cumhuriyetçi Parti’nin başkan aday adaylarından Trump’la ilgili övgü dolu sözler sarf etti. Putin, Kasım 2016’daki seçimlerin ‘mutlak favorisi’ olarak tanımladığı Trump için ‘parlak ve yetenekli bir insan’ dedi. Putin, ‘Yine de kendisinin meziyetlerini yargılamak bize düşmez. Bu Amerikan seçmeninin takdiri’ diye ekledi. Putin, Rusya’nın kim seçilirse seçilsin, gelecek ABD başkanı ile çalışmaya hazır olduğunu belirtti.Trump, ABD’de Cumhuriyetçi Parti aday adayları arasında yapılan anketlerde önde gidiyor.
Rusya devlet başkanı Putin,’ kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ tehditleri savururken birden bire başka bir gelişme oldu ve ABD arşivlerinden eski planlar gün yüzüne çıkıverdi. ABD’de kendince nükleer kartını zaten çok uzun zaman öncesinden beri her daim hazır tuttuğu mesajını verdi.
ABD ordusunun, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği, Çin ve Doğu Avrupa’da birçok kenti savaş çıkması durumunda yok etmeye yönelik planlar yaptığı ortaya çıktı. ABD’nin Stratejik Hava Komutanlığı tarafından 1956’da hazırlanan “1959 İçin Atomik Silahlar Gereksinimleri Araştırması” adlı çok gizli çalışmanın üzerindeki gizlilik perdesi Ulusal Arşivler ve Kayıtlar İdaresi tarafından kaldırıldı. Nükleer tarihi belgelendirme projesi yürüten George Washington Üniversitesi Ulusal Güvenlik Arşivi ise59 yıl aradan sonra gün ışığına çıkan800 sayfalık araştırmayı yayımladı. Böylece, nükleer hedeflerin bugüne kadarki en kapsamlı ve detaylı listesi üzerindeki gizlilik perdesi kalktı. Belgelere göre ABD Stratejik Hava Komutanlığı, Sovyetler Birliği içindeki bin 100 havaalanı ya da uçak pistini hedef aldı ve bunları öncelik derecesine göre sınıflandırdı. Sovyetler’in bombardıman kuvvetlerine en yüksek öncelik derecesi verilirken, şimdiki Belarus sınırları içinde bulunan ve Batı Avrupa’daki NATO güçlerini tehdit etme kapasitesine sahip orta menzilli TU-16 bombardıman uçaklarını barındıran iki hava üssüne birinci ve ikinci derecede öncelik verildi. Hedef Moskova, Berlin, Pekin Başka bir listede ise “sistematik yok etme” amacıyla kentler ve sanayi alanları yer aldı. Listede bulunan Sovyet Bloku, Doğu Almanya ve Çin, içindeki Doğu Berlin, Moskova, Pekin, Varşova ve o zamanki adı Leningrad olan St. Petersburg gibi bin 200 kente de hava meydanlarında olduğu öncelik dereceleri tanımlandı. Moskova’ya en yüksek öncelik verilirken Leningrad bir sonraki önem derecesi içinde gösterildi. (…) Araştırmanın “ürpertici detaylar” ortaya koyduğunu belirten William Burr, öncelik hedeflerinin ve nükleer bombardıman taktiklerinin, çevredeki siviller ile “dost güçler ve halkları” yüksek seviyede ölümcül radyoaktif serpintiye maruz bırakacağını bildirdi. Burr, “Sadece sivil halkın bilerek hedef alınması o günün uluslararası hukuku ile çelişiyor” ifadesini kullandı.24. Aralık 2015
Bu konuda daha önce ayrıntılı bir analiz yapmıştık. (Resme tıklayınız)
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Cemil Ertem’in geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında yaptığı konuşma üzerinden konuyu pekiştirelim.
“FED’İN FAİZ POLİTİKALARI DAEŞ’İ ORTAYA ÇIKARDI”Ertem, “Dünyanın en büyük ekonomisi ve kendi parasını büyük ölçüde Euro ile beraber, bu parayı arz eden bir yapının stratejisini şöyle ya da böyle değiştirmesi ya da kendi içerisinde düzenleme yapıyor gibi görünüp de dünya ekonomisini düzenleme ajandasını bunun arkasında saklaması ve bu tür adımlar atması dünya ekonomisini etkiliyor. Bunun örnekleri var tabi, 1985’te FED faizleri aşağı indirdi ve doları değersizleştirdi. FED’in doları o zaman değersizleştirmesi Japonya ve AB ekonomisini, özellikle Almanya’yı vurdu.
Çünkü, ABD’nin ihracatı arttı, bu ülkelerin dünyaya ihracatı düştü. Tam on yıl sonra 1995’te Plaza anlaşması diyoruz, (Yüzyılın başlarında bireysel yatırımcılar bankaların piyasalara kendi çıkarları doğrultusunda müdahale edebilmelerinden ciddi ölçüde zarar görmüşlerdi. Glass-Steagall Yasası ile bankalar sadece kredi veren bir kuruluş veya bir aracı kuruluş olma arasında seçim yapmaya zorlanıyorlardı. Bill Clinton, 1999 yılında yasayı düzenleyen, daha doğrusu Glass-Steagall yasasını ortadan kaldıran kararı imzalarken, bankalara bilanço dışı tutulabilecek ve dolayısıyla mali denetim dışında olan özel amaçlı şirketler kurma izni verildi. Yani kısaca bankalara para ile istedikleri sektörde istedikleri manüplasyonu yapma yetkisi verildi.) Greenspan, FED’in ünlü başkanı ve Clinton tam aksini yaptılar. Yani doları çok hızlı olarak değerlendirecek faizi çok hızlı ve radikal bir şekilde yükselttiler. O zaman 95’in sonuçları ne oldu biliyor musunuz? 95’in sonuçları; ikiz kulelerin vurulmasıdır, Irak işgalidir ve Ortadoğu’daki şu anki yangındır. Ne kadar etkiliyor görüyorsunuz değil mi? 95’te esasında Clinton ve paradoksal olarak şunu söyleyebiliriz, bir demokrat olarak Clinton ve Greenspan, Bush iktidarını 95’te faizleri yükselterek hazırlamıştır. Yani Bush’un ve Irak işgalinin babası demokrat Clinton’dır. İşte görüyorsunuz, ekonomik adım gibi gözüken bir adım esasında bir on yılı belirlemiş. Yani Ortadoğu’yu buralara kadar getirmiş. DAEŞ’in babası 1995’te FED’in attığı o adımdır.”
Bağlantıyı kurmanıza yardımcı olalım. Bill Clinton ve demokratların iktidarı sırasında ekonomiyi küresel sermayenin emrine vererek her türlü hile, dolandırıcılık ve üçkağıt yöntemi ile bankaların bütün piyasaları sömürmesine, manüpile etmesine izin verildi. Gerçekte hiçbirşey üretmeyen bankalar ürettikleri kağıt paralarla herşeye hakim olmaya çalıştılar. Dünya üzerinde üretilen 60 trilyon Dolarlık malın 600 trilyon Dolarlık ticaretini yaptılar. Yani %90’ı sanal olan işlemlerle paralar kazandılar. Ta ki 11 Eylül günü üreten Amerika (yani reel sektör) George Bush önderliğinde küresel sermayenin mabedi ‘Dünya Ticaret Merkezini’ vurdurtarak denklemi değiştirene kadar.
Derin eller dönemin ruh ikizi iki gazetesi Hürriyet ve Sabah’a olayın adını ilk günden büyük bir isabetle koydurtmuşlardı.
Hürriyet : ‘3. Dünya Savaşı Gibi’
Sabah : ‘Dünya artık eskisi gibi olmayacak’
İşte yukarıda Cemil Ertem’in kısaca anlatmaya çalıştığı bu. Önümüzdeki dönemde büyük bir krizin meydana gelmesi çok muhtemel. (Bu yeni krizin finansal sisteme reset atacak bir kriz olma ihtimali de oldukça yüksektir) ABD başkanlık seçimleri bu süreçte çok önemli. 11 Eylül döneminde El Kaide çıkarılmıştı piyasaya şimdi IŞID var. Hazırlıklar tamamlanıyor ve ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin başa gelmesi bu süreci daha da hızlandıracaktır.
Bu yüzden bütün dünya ülkeleri hızla yeni çatışma ortamına hazırlanıp pozisyon alırken nükleer söylemlerde havalarda uçuşuyor…