Cizre Devlet Hastanesi’ne girdiğimde sanırım ömrüm boyunca unutmayacağım bir manzara gördüm. 9 Şubat günü, 5 yaralı ve bir şehit vardı hastanede. Ellerinde silahlar, şarjör dolu hücum yelekleri giymiş, saçı sakalına karışmış, elbiseleri kan ve çamur, çatışmadan çıkmış onlarca polis ve asker…O ürkütücü görüntülerinin içinde, gözlerinden süzülen gözyaşları görünüşlerini değiştiriyor aniden. Kızarmış gözlerini silerken, komutanlarına, etraftakilere hissettirmemeye çalışıyorlar acılarını.Şehit verdikleri arkadaşlarına ağlıyor silah arkadaşları.
Ölüm ve dostluk bir aradaSağlık görevlilerinin haricinde tek sivil benim. Bu yabancı olduğum ‘silah arkadaşları dünyasında’, tuhaf bir merhametin, sevginin, gözyaşının, dostluğun ve öfkenin izlerini görüyorum. Ölmek ve öldürmek arasında gidip gelen, sert ve ürkütücü bir hayatın, aynı zamanda nasıl duygusal, nasıl yalın bir dostluk üzerine inşa olduğunu da görüyorum.Bir tuğgeneralin, bir polisi kucaklaması, bir emniyet müdürünün yaralı bir teğmeni alnından öpmesi, bir kaymakamın, bir komiserin gözyaşlarını silmesi… Orta yerde acılarını paylaşan, derin nefesler alan, gözyaşları döken, öfkelenen, daha da cesaretlenen insanların dünyası burası.”Hanıma yaralı olduğumu söylemeyin”Yaralı teğmen, alnından öpen emniyet müdürüne bir şeyler fısıldıyor. Vücudundaki yaralara aldırmadan, ‘ben iyiyim diğerleriyle ilgilenin’ diyor. Sonra öğreniyorum, “hanıma yaralı olduğumu söylemeyin, çok korkar şimdi” demiş. Yutkuna yutkuna uzaklaşıyoruz oradan.Geride kalanlar, gözyaşlarını silip, birbirine sarılıp, silahlarını kuşanıp, kararlılıkla yeniden dönüyorlar çatışma bölgesine. Sırtlarında taşıdıkları şehit ve gazi arkadaşlarının kanlarını elbiselerinden silmiyorlar özellikle. Karanlık çökerken, sipere dönüyorlar. Bu dönüşten iki gün sonra haber geliyor: ‘Cizre, tüm teröristlerden temizlendi.’Bir şehit haberi nasıl verilir?Masanın üzerindeki telefonlar çalıyor aniden. Emniyet müdürü, komutan sarılıyor telefona hemen. “Kötü bir şey mi var?” ilk cümle bu. Sonra “yapma, JÖH mü, PÖH mü” diye soruyorlar. Ve sonunda acı soru geliyor, “aldınız mı şehidi?”Çatışmanın en sıcak yerinden gelen bu telefon, Jandarma Özel harekat (JÖH) ya da Polis Özel Harekat (PÖH) içinden birinin şehit olduğu haberidir. Yüzler düşüyor, kaşlar düşüyor, derin nefesler alınıyor, sigaralar yakılıyor. Vali aranıyor, tümen komutanı aranıyor, üstlere haber veriliyor, her seferinde acı tazeleniyor.
Lojmanlara ambulans girdiğindeO güne kadar düşünmemiştim, lojmanlarda oturan ailelere şehit haberi nasıl veriliyor diye. O lojmanda oturan bir polis anlatınca irkildim:”Şehit haberi verilirken bir ambulans da gelir. Yakınları fenalaşırsa müdahale etsin diye. Lojmandan içeri ambulans girince, herkes birden cama fırlar. Kimin evine gidiyor ambulans diye bakarlar.Başka eve yönelmişse hemen telefona sarılırlar. Kocasını, ağabeyini, babasını arar, ‘sen iyi misin, bir şeyin var mı’ diye sorarlar. Eğer bir şey yoksa evden fırlar ambulansın gittiği eve gider, destek vermek için. Ambulans kendi evine yönelmişse işte o zaman ateş düşer, feryatlar başlar. Şehit ve yaralının olduğunu her günümüz böyledir.”
Köylerdeki feryatSubay lojmanlarında da durum aynıdır. Şehit haberi vermek… Bir anneye, bir eşe, bir oğula, bir kıza şehit haberi vermek öyle kolay değil. O feryatlara eşlik edenler, bir gün aynı haberi alacağını düşünerek belki daha çok ağlıyor. Asker metaneti, insan olmanın duygusallığı arasında boğulur bazen gelen subaylar.Köylerde, küçük ilçelerde, asker ailelerine haber verilmesi de aynı acı. Daha köyün girişinde bir askeri araba ve ambulans gördüklerinde, kim olduğuna bakmadan feryat etmeye başlarmış analar. ‘Ölen bir oğul, ha benim, ha komşunun ne fark eder. Acı aynı acı’ derlermiş.Sahada çarpışanlar, her acıyla daha da güçleniyor sanki. Şehit ya da yaralı, bu, vatan savunmasında en önde çarpışanları daha da kuvvetlendiriyor.Biz geride kalanlar, uzakta duranlar, onların dünyasına girdiğimizde fark ediyoruz aslında ne kadar o dünyaya yabancı olduğumuzu.Ve sırtında bir şehit, bir gazi taşıyan, sonra tekrar çatışma bölgesine giden bir polisin, bir askerin çarpışırken, yüzlerce ailenin yürekleri yanarken, kendinizin neyle meşgul olduğunu bir düşünün.
Kemal Öztürk, Yenişafak