USB bellek sokmak ise yasaktı. Olanlar kapıda alınıyor, çıkarken iade ediliyordu.
Pasaportlarımız alınıp yaka kartlarımız verildikten sonra bu kez gökdelenin en üst katlarında konumlanmış toplantı odasına geçmek için asansöre bindik. Orada da bizi bir sürpriz bekliyordu.
Asansörün içindeki tv monitörüne isimlerimiz yansımış ve bir elektronik bir ses bize İngilizce hoşgeldiniz derken aslında asansörde bulunan diğer Samsung çalışanlarını da içeride yabancılar olduğu konusunda uyarmış oluyordu. Niye? Ağızlarından çıkana dikkat etsinler, endüstriyel casuslar olabilecek kişilere şirket sırları ve geliştirilen teknolojilerle ilgili farkında olmadan bir ipucu vermesinler diye.
Bir saray odası büyüklüğündeki devasa toplantı salonunda tanışmalar ve şirket filminin izlenmesi sonrasında iş görüşmelerimizi yapmış ve akşamüstü en büyük yöneticilerle görüşmeye geçmiştik. Biz 3 kişiyken onlar en az 8-9 kişilerdi. Uzun toplantı masasında Samsung yöneticileri karşımıza yerleşip dosyalarını ve telefonlarını masanın üzerine bıraktıklarında ilk dikkatimizi çeken cep telefonlarının markaları olmuştu.
Samsung’mu dediniz? Yanlış. Neredeyse tamamında Apple marka iphone cep telefonu vardı. Şaşırmıştık doğrusu. Daha sonra toplantının devamında beyaz tahtaya yazılan uzun formülasyonu deftere yazmaktansa çantamdan Samsung marka cep telefonumu çıkarıp tahtanın önüne kadar gittim ve formülasyonun fotoğrafını çektim.
O anda toplantıda hazır bulunan Samsung yöneticilerinin birbirlerini dirsekleyerek benim Samsung kullandığımı birbirlerine söylediklerini farkettim. Samsung kullanmama gösterdikleri tepki hayret edilecel bir durumdu doğrusu. Hatta yanlış hatırlamıyorsak kendileriyle Samsung’un Türkiye’de en çok kullanılan ve güvenilen cep telefonu markası olduğu konusunda kısa bir söyleşi de yapmıştık.
Uzatmayalım. Akşamüstü bizi yemeğe götüren Samsung yöneticileriyle Seul sokaklarında dolaşırken yanımda oturan Samsung yöneticisine etrafta gördüğüm kiliselerin sayısına bakarak ABD’nin bu ülkede ne kadar etkin olduğuna hayret ettiğimi söyledim. Sonra kendisinin bir iki cümle ile konuyu geçiştirmeye çalıştığını farkedince bu yöneticinin soyadının İngilizce olduğunu hatırladım ve kendisine laf arasında dinini sordum. Hristiyandı. Sonra akşam yemeğinde laf arasında diğerlerine de dinlerini sordum, çoğunluk Hristiyandı.
Amerikan kültürünü en ince ayrıntılarına kadar biliyorlardı.
Aşağıdaki haberler bugün itibariyle hepinizin malumu:
Şimdi ülkemize dönelim ve Tübitak benzeri en stratejik kurumları bile ele geçirerek ByLock ve Eagle benzeri kendi şifreli programlarını üretebilen FETÖ’cüleri, bu adamlara aşılanan ABD sempatizanlığını, ülke sırlarını başka ülkelere taşıyan savcılarını, gazetecilerini, işadamlarını, abilerini, ablalarını, kendi halkını bombalayıp öldüren askerlerini hatırlayalım.
Şimdi Samsung’da çalışan personelin kaç tanesinin acaba ABD orijinli Moon tarikatı (Kore’nin FETÖ’sü diyebilirsiniz) üyesi olduğunu düşünün.
ABD orijinli bu tarikat üyelerinin aldıkları bir “dini” emirle Samsung dizayn, planlama ve üretim hattında neler yapabileceklerini, FETÖ’nün bu ülkede yaptıkları ile paralellik kurarak bir düşünün.
Sonra Apple iphone 7 ile aynı anda piyasaya çıkan Samsung Galaxy Note 7’lerin etrafta bombalar gibi patlamasını düşünün.
Tüm bunları düşündükten sonra şu soruyu sormak herhalde hakkımızdır. Samsung sizce en sıkı güvenlik tedbirlerini binasına dışarıdan girecek olanlara karşı mı almalıydı yoksa içeride büyük bir rahatlıkla her departmanda gezinen/yöneten, İngilizce soyadlı iphone cep telefonu kullanan bazı personeline karşı mı almalıdır?
Kendini Batıya teslim edenin, Galaxy’si başına yıkılınca ağlamaya hakkı yoktur.