İran İslam Cumhuriyeti, gerek genç nüfusuyla, gerekse üzerinde oturduğu doğal kaynaklarıyla bölgemizin en önemli ülkelerinde biri. Son 20 yıldan daha fazla bir süredir ABD tarafından gizlice bölgemizde önü açıldı İran’ın. Önce Afganistan’da Şia karşıtı Taliban ABD tarafından devrildi, ardından Irak İran’a altın tepsi içinde sunuldu ve son olarak Suriye’de İran pervasızlığın doruk noktasına ulaştı. Önü açıldıkça yayıldı, yayıldıkça küstahlaştı, küstahlaştıkça dini kaygılarından uzaklaştı. Müslümanları katledenlerle iyice ve açıktan, büyük bir rahatlıkla birlik oldu ve İslam dünyasının nefretini kazandı. Bugün itibariyle eğer İran’ın başına birşey gelirse İslam dünyasında ona acıyacak kimse kalmamıştır. Yani kurt (Batı Terör Örgütü) İran’ı sürüden (İslam dünyasından) iyice koparmayı başarmıştır.
İran hakkında en acımazsız manşetler Türk medyasında İslami kesim tarafından atılırken, laik kesimin medyası ile partisi CHP ise İran ile kader birliğinin adeta zirve noktasına ulaşmıştır.
İran’ı ne kadar anlıyoruz?
90’lı yıllarda bir suikaste kurban giden gazeteci Uğur Mumcu’nun cenazesinde İran karşıtı sloganlar atan aynı güruhun bugün İrancı olması, geçmişte İrancılıkla suçlanan dindar kesimin ise bugün İran’ın tam karşısında yer alması aslında en eski sınır komşumuzu pek tanımadığımızın en önemli işaretidir.
Marx’ın bir sözü İran’ı anlama konusunda oldukça önemlidir:
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine kabus gibi çöker.”
Pers imparatorluğunun görkemiyle günümüz İran’ının gerçekleri arasında sıkışıp kalmış, Araplarla yaptığı savaşı kaybederek İslam dinine geçmeyi bir türlü içine sindirememiş, bugün yaşadığı ekonomik sıkıntılarla devasa potansiyeli arasındaki denklemi kuramamış bir ülkedir İran. Dindar olmayan halkının içinde bulunduğu umutsuzluk batağı yüzünden alkolik olduğu, dindar olanlarının ise son savaş için Cuma namazlarından sonra Mehdi’ye “acele gel” diye feryad-ı figan ettiği, arkasında namaz kıldıkları imamlarla dalga geçtiği bir halktır İran halkı. Devlet kurumlarının dibine kadar yolsuzluğa battığı, senelerdir koparılan kıyamete rağmen hala tek bir atom bombası üretememiş, ambargolar yüzünden beli kırılmış ekonomisini maket uçaklar yaparak saklayabileceğini sanan, altyapı yetersizliği yüzünden meydana gelen salgın hastalıkları Dünya Sağlık Örgütünden saklayan, geçmişin büyüklüğünü sadece hırsıyla yakalayabileceğini sanan, ülkenin neredeyse yarısının Azeri Türkü olduğu bir
bir devlettir İran devleti.
Böyle karmaşık bir ülkeyle, ilişkilerinde karmaşık olması haliyle çok tuhaf değildir.
Ahmedinejat zamanında Türk devleti büyük riskler alarak İran ile Batıyı barıştırmaya çalışmış ve bu yüzden hedef olmuştur.
Arap baharının başlaması ve ardından gelen Suriye iç savaşı ise Türk – İran ilişkilerini yakın tarihlerinin en kötü noktasına taşımıştır.
Suriye bal tuzağı mıydı?
Ruslar tarafından istihbarat literatürüne sokulmuş bir terminoloji olan ‘Bal Tuzağı’, erkekler için kadınları, kadınlar için erkekleri ya da hedefin istediği her ne ise onu kullanarak hedefi tuzağa düşürme manasına gelen bir durumdur. Balı yiyen tuzağa düşer ve tuzağa düşen kişi/kişiler artık tuzak kuranın istediklerini yapmaya mecburdurlar ya da oturup tuzağın üstlerine kapanmasını beklerler.
Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte ABD’nin İran’a karşı Obama döneminde takındığı tutum görünürde büyük bir farklılaşma göstermiş ve İran’la varılan nükleer anlaşma yerini tehditlere bırakmıştır.
Yıllarca tüm İslam coğrafyasında ABD’den aldığı gizli cesaretlendirmeyle at koşturan, Afganistan ve özellikle Irak ve Suriye’de büyük katliamlar yapan, katil Esed rejiminin yanında yer alarak İslam dünyasının nefretini kazanan İran’a yarın bir ABD saldırısı olması durumunda İslam dünyası bir “oh çekecek” duruma getirilmiş ve İran İslam coğrafyasında nefretin yeni adı olmuştur.
Yani yıllarca nefret ve intikam hisleriyle tuzağı göremeden balı yemiş olan İran şimdi belki de tuzağın üstüne kapanmasına engel olmaya çalışmaktadır.
İran içinde de savaş bütün şiddetiyle devam etmektedir. Suriye ve İslam dünyası meselelerinde sağduyulu yaklaşan eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad 19 Mayıs 2017 tarihinde yapılan seçimlerde yeniden aday olmak istiyordu.
“Herkesin politikasını değiştirmesi lazım. Suudi Arabistan, Türkiye, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve hatta İran, Umman ve Suriye’nin de mevcut dış politikasını değiştirmesi lazım. Beraber oturup, neden birbirimizle savaştığımızı konuşmamız lazım. Neden? Bu savaş dışarıdan bize dayatılan bir savaş. Hepimizi zayıflattı ve kendi kaynaklarımızı tüketti. Bu çok kötü. Ciddi bir diyalog için çağrı olması lazım. Barışı ve uyumu sağlamak için aramızdaki ortak noktalardan yola çıkmamız gerek.” (20 Nisan 2017, Al Cezire)
Ahmedinejad’ın adaylık isteği dini lider Ayetullah Hamaney tarafından kabul görmüyor ve seçimlere girmekten men ediliyordu.
Bu durum Ahmedinejad tarafından büyük bir tepkiyle karşılanıyordu.
“Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın, 22 Mart’ta Ahvaz kentinde halka hitabı sırasında sarf ettiği “Sen kimsin ki milletin dediğine karşı çıkıyorsun? 80 milyon insan anlamıyor da sadece sen mi her şeyi biliyorsun? El ele verip şeytanı bu ülkede gömelim” gibi muhatabı açıkça zikredilmemiş cümleler, ülke genelinde tartışmalara yol açtı. (28 Mart 2017)
Bu sözlerin kime söylendiği tartışma konusu olsa da aslında herkes muhatabın dini lider olduğunu biliyordu ve bu sözler inanılmaz bir cesareti göstermekteydi. Çünkü İran’da dini lidere karşı gelmek, haşa Allah’a karşı gelmeye eş tutulmaktaydı.
Diğer yandan halk arasında ekonomik ve sosyal sorunlar yüzünden huzursuzluğun had safhaya çıkması da İran rejiminin korkulu rüyasıydı.
İran içerisi ile uğraşırken ABD bir yandan da muhtemel bir İran müdahalesinin taşlarını yavaş yavaş döşemektedir.
“Abrams İran’a, özel kişiler, muvazzaf ve emekli subaylar eliyle, gizlice hükümet silahlarını satıp, edindikleri parayı da, yasaları ihlal ederek, Nikaragua’da iktidarı ele geçiren Sandinista gerillalarıyla mücadele eden ve kısaca “Kontralar” denen gruba aktarıyordu. Bu ekip, iki eli kanda yakalandılar; yargılandılar ve hükümetten atıldılar. Abrams’ın aldığı ceza baba Bush tarafından görevden ayrılacağı gün affedildi; 8 yıl sonra başkanlığı devralan oğul Bush ise, Abrams’ı kendisine danışman ve Ulusal Güvenlik Danışmanı’na Ortadoğu işlerinden sorumlu yardımcı olarak atadı.
Abrams’ın Irak’ı işgal planını bizzat yaptığı, bunu Kongre’den geçirmek için Saddam’ın elinde kitle imha silahları bulunduğu tezini (yani yalanını) imal eden kişi olduğu yazıldı, söylendi.” (Milliyet)
İşte bu şartlar altında geçtiğimiz günlerde Riyad zirvesi gerçekleşti.
RİYAD ZİRVESİ – ARAP NATO’SU
Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti adeta İran karşıtı bir kampanyaya dönüştürülmüştür.
İlginç bir şekilde bu ziyaret, ABD Başkanı Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti olarak anons edilmiş;
Sonrasında ise İran hariç neredeyse hemen bütün İslam ülkelerinin efendilerine saygılarını sunmaya gelmiş tebaa gibi hazır bulunduğu bir toplantı resmi karşımıza çıkmıştır maalesef.
Zirvenin hemen öncesinde ise “misafirliğe elimiz boş gitmeyelim” der gibi ABD ordusu Suriye’de Şii milisleri vurmuş ve adeta zirvenin ana konusunun ne olacağını dünyaya ilan etmiştir.
Zirvenin ana teması olacağının bilincinde olan İran ise bu mesajı aldığını aynı şekilde ilan etmiştir.
“Yemen tarafından Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a fırlatılan füzenin, ABD Başkanı Donald Trump’ın ziyareti öncesinde atılması dikkat çekti.“ (20.05.2017)
Zirvenin sonrasında da olaylar durulmamış ve İran bu kez bit diğer komşusu Pakistan’ı vurmuştur.
“Üst düzey hükümet yetkilisi Beşir Bungalzai, yaptığı açıklamada, İran sınırından atılan havan mermisinin sınırdaki Panjgur bölgesinde hareket halindeki bir aracı vurduğunu, olayda bir sivilin yaşamını yitirdiğini iddia etti.
Pakistan’ın olaya ilişkin İran’a “güçlü” bir kınama mesajı gönderdiği bildirildi.
Öte yandan iki ülke yetkililerinin konuya ilişkin yarın bir araya geleceği öğrenildi.
İran ile Pakistan arasında geçmişte de benzer hadiseler yaşanmıştı. Tahran yönetimi, İslamabad’ı, sınırdaki “Sünni militanlar” olarak tanımladığı gruplarla yeterince mücadele etmemekle suçluyor.” (Hürriyet, 27 Mayıs 2017)
Bu olaydan bir gün sonra ise İran’ın Urumiye kentine bağlı sınır bölgesinde terör örgütü PKK’nın İran kolu PJAK ile çıkan çatışmada 2 rütbeli askerin öldürülmüştür. Ama ilginç olan konu İran’ın olaydan Türkiye’yi sorumlu tutması ve ve izahat istemesiydi.
Riyad zirvesi öncesi ve sonrasında alınıp verilen mesajlar kısmını geçersek, Suud ziyareti ABD için oldukça verimli geçmiş ve Suudi Arabistan’a 100 milyar dolarlık silah satılmıştır. Ama en az bu satış kadar ses getiren bir başka olay ise bir “Arap Nato”su kurulması iddiasının ortaya atılması olmuştur.
Unuttunuz belki ama hatırlatalım. Bakın “Arap NATO”sunu geçmişte kim dillendirmişti.
Riyad zirvesi sonunda bir deklarasyon yayınlanmıştır. İran’ın bölge ülkelerinin içişlerine müdahalesi ve düşmanca tavırlarının olduğu belirtilerek bunların kesin bir dille reddedildiği deklarasyonda, İran’ın balistik füze programının tehlikeli olduğu savunularak diplomatların ve büyükelçiliklerin korunmasını güvence altına alan Viyana Sözleşmesi’nin İran tarafından ihlal edilmesi kınanmıştır.
Zaten barış ve ambargoyu kaldırma vaatleri, İsrail ve Batı istihbaratlarının İranlı bilim adamlarına suikastleri ile nükleer programı da yavaşlatılmıştı İran’ın. Caydırıcılıklarının teminatı olacak atom bombasını da bitiremeyecekleri de artık kesinleşti gibi. Birlikte oturup Batılı dostlarıyla birlikte daha uzun yıllar ziyafet sofrasında tıka basa karınlarını doyuracaklarını zannederken birden bire ziyafet sofrasının baş menüsünde kendilerinin olduğunu idrak ediyor olabilir İran’ın oyun teorisyenleri.
Hatırlarsanız Saddam Hüseyin yönetiminde Irak’ı yıllarca silaha boğan Batı daha sonra onu Kuveyt’e saldırmaya teşvik etmiş ardından da Irak’ın tepesine binerek bu ülkeyi adeta yok etmişlerdi. Saddam rejimine atfedilen “Kitle İmha Silahları” yalanını hatırlayın.
1991 yılında yapılan Birinci Körfez savaşında Irak’a karşı kullanılan silahların bazılarının Suudi Arabistan’a daha 70’li yılların sonundan itibaren satılarak Amerikan üslerinde stoklandığını ve paketleri bozulmadan hazır halde bekletildiğini bir İngiliz dergisi ortaya çıkarmıştı. Şimdi aynı oyun yine Suudi Arabistan üzerinden İran’a karşı kuruluyor olmalı ki Suudi Arabistan ABD’den 100 milyar Dolarlık silah satın alıyor.
Aslında soru şu:
ABD, “İran korkusuyla Arapları yeteri kadar sağdık ve sağacak bir şey kalmadı. Artık ikisini vuruşturup bütün petrol bölgelerini yakalım” kararını ne zaman verecek.
CHP – ÇİN – AB – KEMALİZM
Son olarak ilginç bir başka nokta ile bitirelim.
Salı günü CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.
İlk bakışta CHP’nin klasik bir İslam dinini hor görme söylemi gibi gözükecek bu grup konuşması gerçekte içinde çok derin mesajlar gizlemektedir. İşte bazı bölümleri:
“İslam İşbirliği Teşkilatına üye 57 ülke var. Bu 57 ülkede 1 milyar 700 bin Müslüman’ımız var. Dünya nüfusunun yüzde 28’ini oluşturuyor. Her 4 kişiden birisi Müslüman. Bu 57 ülkenin toplam gayri safi hasılası 6 trilyon dolar. Sadece Çin’in gayri safi hasılası 12 trilyon dolar. Hepimizin üzerinde düşünmesi lazım, 57 ülke neden bu kadar geri?” (…)
Avrupa’daki karanlığı Rönesans ile dağıtan insanlardır. Peki, nasıl oldu da İslam coğrafyası bu hale geldi? Bunu en iyi gören ve çözümü en iyi yaratan kişi, dünya tarihinde tektir ve onun adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. (30 Mayıs 2017)
Konuşmanın tamamı çok derin mesajlar içeriyor ama biz sadece bu kadarını deşifre edelim şimdilik. Aslında şunu söyletiyorlar Kılıçdaroğlu’na:
“10 gün önce ABD 50’den fazla İslam ülkesini Riyad’da topladı ama onların tamamı bir Çin etmiyor. Dolayısıyla bizim yerimiz Çin ile anlaşan AB’nin yanıdır, ABD’nin ulusalcı kanadı değil. Dolayısıyla bir Avrupalılaşma projesi olan Kemalizm ipine sıkıca sarılalım, o ipin ucu AB’ye çıkacaktır.”
Oyun artık ne kadar açıktan oynanıyor değil mi? Küreselcilerin yeni İpekyolu projesinin Çin’den AB’ye bir köprü oluşturduğunu, ABD’nin ulusalcı kanadının Çin ile bir nevi global savaş içinde olduğunu hatırlamakta fayda var.
Küresel güçlerin Türkiye siyasetine ideolojiler üzerinden izdüşümü ne kadar ayan beyan ortada değil mi?
Ve işte Kılıçdaroğlu’nun çok sevdiği ülkesinden ardı ardına yapılan iki açıklama.
CHP liderinin açıklamaları ile Almanya’nın açıklamaları arasındaki eşgüdümü farketmiş olmalısınız.
Ve Trump’ın Almanya’nın mesajlarına verdiği cevap is twitter üzerinden tüm dünyaya duyuruldu:
“Almanya ile devasa ticaret açığımız var, bir de NATO’ya ödemeleri gereken parayı vermiyorlar. ABD için çok kötü, bu değişecek”. (…) ABD liderinin sözleri Almanya’da deprem etkisi yarattı. Sosyal Demokrat Parti (SPD) meclis grubu başkanı Thomas Oppermann’a göre, Trump’ın attığı tweet Almanya’yı siyasi hasım olarak gördüğünü açıkça belli ediyor. (30 Mayıs 2017, Haber 10)
Baykal’ı tasfiye ederek Kılıçdaroğlu’nu CHP lideri yapan kasetin faillerine hakkında yeni haberler yine ilginç bir eşgüdümle bugünlerde ortaya çıkarken, bu kavganın daha da büyüyerek Türkiye siyasetine değişik izdüşümleri olacağını söyleyebiliriz.
http://www.yenisoz.com.tr/suriye-iran-a-bal-tuzagi-miydi-makale-22497