George Orwell’in “1984” kitabını okuyanlar bilirler. Komünist benzeri bir devlet vardır ve bu devlet her daim bir savaş halindedir. Kıtalar birleşmiş ve savaşlar bir nevi kıtalar arasında yapılmaktadır. Ama işin ilginci romana konu olan bu ülkenin durmadan fikir değiştirmesi ve bir süre önce savaştığı ülkeyle bir süre sonra barış yaparken, bir süre önce müttefiki olduğu ülkeyle bir süre sonra savaşa girmesidir. Bu bağlamda oluşan yeni duruma göre eski gazetelerde bile değişiklik yapılarak yeniden basılarak arşive konulmakta, tarih yeni oluşan duruma göre yeniden yazılmakta ve yeniden basılan bu gazetelerde “yeni müttefik olan eski düşman” övülürken “yeni düşman olan eski müttefikin” karalanmaktadır.
Bir süredir “Kuzey Irak referandumu” ile yatıp kalkınca insanın bu kitabı hatırlaması gayet normal bir durum demek yanlış olmaz herhalde. Çünkü yaşadıklarımız bu romanda tasvir edilen duruma çok benziyor.
Barzani yeni düşmanımız çünkü bağımsız Kürt Devleti kurmak istiyor. Herkesin kafası karışık, kimi Barzani bizim yanımızda derken kimi de o hep düşmanımızdı diyor. Şu ülkede bir türlü anlaşılamayan şey ise bu işlerin dostluklarla/düşmanlıklarla değil oyun teorileri ve kazanımlar üzerinden yürütüldüğüdür. Ama devletin en başındaki kişilerin uluslararası görüşmelerde muhataplarına hiç gereği yokken “değerli dostum” diye hitap etmesi haliyle insanların kafasını karıştırmaktadır. Sonra bu “değerli dostlar” oyunun gidişatı değişip düşman haline geldiğinde duyguları saf halkımıza bu konu tam olarak anlatılamamaktadır.
Madem konumuz Kuzey Irak ve Barzani bazı gerçekleri sıralayalım öncelikle:
Barzani ailesi (Baba Molla Barzani) Irak’a karşı İran şahı aracığıyla kullanılmış, Irak’ta ayaklanmalar çıkarmış ama sonrasında Irak ve İran anlaşınca 1975 yılında yüz üstü bırakılmışır. Yani kelimenin tam anlamıyla İran tarafından Irak’a karşı pazarlık masasında piyon olarak kullanılmıştır.
O dönemlerden beri Baba Molla Barzani ile MOSSAD’ın ve CIA’nin her daim ilişki içinde olduğu zaten Ortadoğu’da büyük bir sır değildir.
1991 yılında Birinci Körfez savaşını ardından Irak’ta uçuşa yasak bölgelerin oluşturulması ile fiili olarak Kürt devleti zaten kurulmuştur ve o zamandan beri bu oluşumun bir hamisi de Türkiye’dir. Kuzey Irak’ı Türkiye kalkındırmıştır ve bu da gizli bir bilgi değildir. Kuzey Irak’ta o dönemde şube açan Türk bankalarına bakmak durumu anlamak için yeterlidir.
Barzani ve Talabani’ye 1990’lı yıllarda Türkiye Cumhuriyeti (Cumhurbaşkanı Özal’ın insiyatifiyle) tarafından kırmızı pasaport verilmiştir.
1998 yılında Saddam Hüseyin Halepçe’de kimyasal silahlarla katliam yaptığında Türkiye sınırlarını açarak o bölgeden kaçanları misafir etmiştir.
4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde Amerikan askerleri tarafından Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yapılan baskınla, 11 Türk askerinin başlarına çuval geçirilme hadisesi yaşanmıştır. Bu konuda çelişkili bilgiler vardır ve Amerikalılar askerlerimizin Kerkük valisine suikast hazırlığı içinde olduğunu söylese de gerçekte bu askerlerin oranın demografik yapısını değiştirmek için tapu ve sicil kayıtlarını yok edilmekten kurtarıp Türkiye’ye getirdiği söylenmektedir.
Bu hadiseden bir süre sonra ise Barzani’nin yeğeni Neçirvan Barzani’nin topuğuna kurşun sıkılarak bir nevi Türk usulü mesaj verilmiştir.
Hızlıca ileri sararsak, Kuzey Irak yönetimi ile petrol anlaşması yapıldığı için 17/25 Aralık baskınları olarak tarihe geçen süreçte Halkbank saldırısı ABD tarafından FETÖ aracığıyla organize edilmiştir.
Görüldüğü gibi Türkiye – Kuzey Irak bölgesel yönetimi ilişkileri uzunca bir süredir inişli çıkışlı bir seyir izlemektedir. Son dönemde İran tarafından sıkıştırılan Barzani’nin yardımına koşan yine Türkiye devleti olmuştur.
Bu durumda insanların kafasının karışması çok normaldir. O zaman biraz daha karıştıralım ve coğrafyamızda ki karmaşayı anlatacak bazı hatırlatmalarda daha bulunalım.
1- 1979 yılında savaşa tutuşan İran ve Irak 8 yıl boyunca savaşmış ve birbirlerinin kaynaklarını tüketmişlerdi. Bu savaş sırasında Türkiye Irak’a ihtiyacı olan taze sebze meyve satarken İran’a silah satmıştır.
2- Bugün çok üzülerek seyrettiğimiz Suriye ile PKK’yi destekledigi ve Öcalan’ı topraklarında beslediği için 1998’de Türkiye olarak biz savaşa girmeye hazırdık.
3- Suriye’nin PKK’ya destek verme nedenlerinden birisi de 1982 yılında Batının dolmuşuna binip Hama olaylarına gizli destek vermemizdir. Ve yıllar sonra aynısı olmasa da benzer bir dolmuşa Suriye’de bindiğimizi hatırlayalım..
4- Suriye’de boğaz boğaza geldiğimiz uçağını düşürüp generallerini öldürtüğümüz Rusya ve İran’la bugün neredeyse birlikte omuz omuza savaş girmeye hazırlanıyoruz.
5- Rusya’dan NATO’nun itirazlarını bir yana bırakıp S400 füze sistemleri alıyoruz.
Buraya daha onlarca madde daha eklenebilir. Bunları şu yüzden yazdık;
Uluslararası ilişkiler menfaatler üzerine ikame edildiği için değişkendir ve dünün dostu yarının düşmanı ya da tam tersi olabilir. Özellikle yıkım ve yeniden şekillenme dönemlerinde bu o kadar hızlı olur ki insanın başı döner, bir gün önce yaptığı analiz bir gün sonra çöp değeri bile taşımaz. İtalya’nın 2 Dünya savaşı devam ederken rejim değiştirerek Almanya’nın safından ayrılarak diğer safa geçmesi akıllarda tutulmalıdır.
Peki Barzani bu hareketi neden yaptı?
Dünya 23 Eylül 2017 itibariyle yıkım ve yeniden yapılanma sürecine resmen girmiştir.
Alan kapmak, devlet kurmak ya da yıkmak isteyenler için adeta bütün dünya da start verilmiştir ve bu Kuzey Irak yönetimi için bu en uygun zamandır.
Hatırlarsanız bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan “şimdi harekete geçmezsek bir yüz sene daha beklemek zorunda kalacağımızı” söylemişti. Bu bağımsızlık isteyen herkes için geçerlidir ve Kuzey Irak yönetimi böyle bir fırsatı, arkasına büyük güçlerin destek sözünü alarak, kaçırmak istememektedir. Kendilerince kurdukları oyun teorilerinde ibrenin menfaat yönünün Türkiye’yi göstermediğini düşünmektedirler. Ama kendilerine 1975 yılında Baba Molla Barzani’nin İran ve CIA tarafından nasıl ortada bırakıldıklarını tekrar hatırlatmak istiyoruz.
Oyun teorisi demişken, kazanımlar bağlamında bölgede bulunan önemli güçlerin bu konuda çıkar durumlarına bakmakta fayda var:
ABD: Parçalanmış Ortadoğu haritasını 90’lı yıllarda göstermişti. Onun için Barzani’nin bağımsızlık ilan etmesi ABD planı ve kazancıdır.
Rusya: Bölgenin daha da karışması Türkiye’yi Rusya’ya daha da yaklaştıracaktır ve bu durum Rusya için kazançtır. Ayrıca yanacak ve yıkılacak her petrol bölgesi yine Rusya ve ABD için bir kazançtır. Her ikisinin de büyük petrol ihracatçısı olduğunu hatırlamakta fayda var.
İran: Zaten Trump ile birlikte köşeye sıkıştırılmaya başlanmıştır. 1 Haziran 2017 tarihli “Suriye, İran’a bal tuzağı mıydı” başlıklı yazımızda bu konuyu detaylı olarak incelemiştik. Senelerce çaktırmadan ekmeğine yağ sürdüğü Batının ziyafet sofrasında sıranın kendisine doğru geldiğini farketmektedir. Tıpkı Türkiye gibi, kurulacak devlet ondan da toprak isteyecektir ve İran halkı rejimden o kadar hoşnutsuzdur ki bunu devlete karşı ayaklanma fırsatı olarak bile görebilir. IŞID’ın İran parlamentosuna yaptığı saldırısı sonrası İran Dışişleri Bakanının panikle soluğu Ankara’da alması unutulmamalıdır. Kısa vadeli kazancı ise Irak’ın son günlerde yaptığı açıklamalardadır. Irak devlet başkanlığı Kuzey Irak’a komşu ülkelerin sınırlarını kapatmasını ve petrol almamasını istemiştir. Yani direk olarak Türkiye’ye verilen bir mesajdır. IŞID yüzünden bölgede ticareti büyük sekteye uğrayan Türkiye bunun ardından petrol gelirini de kaybedecektir.
İsrail: Bölgede yanan her ocak zaten onlar için bir kazançtır. Bunun üzerine herkes burada meşgul iken Golan tepelerini işgal edebilecektir ve altındaki petrol yataklarına el koyabilecektir.
Türkiye: Kayıplarını hepimiz biliyoruz onun için bu konuya girmeyelim. Ama Kuzey Irak referandumunda bağımsızlık çıkması Irak devletini fiili olarak ortadan kaldıracaktır. Bu Türkiye için kazanç olur mu? İşte bunu Türk Devletinin Ankara anlaşması hatırlatmasında aramak gerekmektedir.
- Ankara Anlaşması, Irak’ın bölünmesi durumunda Türkiye’ye müdahale hakkı veriyor. 5 Haziran 1926’da Türkiye, Irak ve İngiltere arasında imzalanan anlaşmanın 1. Maddesinde Irak’ın sınırları tüm detayları ile çiziliyor. 5. Madde’de ise taraflar bu sınıra bağımlı kalacağını taahhüt ediyor. Referandumun gerçekleştirilmesi durumunda sınırlar değiştiği ve Irak taahhütlerini yerine getirmediği için Türkiye’ye müdahale hakkı doğuyor. İşte anlaşmanın 1 ve 3. maddeleri:
- Madde 1. Türkiye ile Irak arasında sınır, Milletler Cemiyetinin 29 Ekim 1924 günlü oturumunda kararlaştırılmış çizgiye uygun olarak, aşağıdaki biçimde kesinlikle belirtilmiştir. (Brüksel Sınır Çizgisinin Tanımı) Bununla birlikte, sözkonusu bu sınır Aşuta ve Alamun güneyinde, bu iki yeri birbirine bağlayan yolun Irak topraklarından geçen kesimini Türk toprakları içinde bırakmak üzere, değiştirilmiştir.
- Madde 5. Bağıtlı taraflardan her biri 1. maddede belirlenen sınır çizgisinin kesinliğini ve bozulmazlığını kabul ederek, bunu değiştirmeği amaçlayan her hangi bir girişime geçmekten sakınmayı yükümlenir.
Irak devletinin bittiği noktada hangi eski devletin başlayacağını geçtiğimiz günlerde çıkan bazı haberlerde de bulabilirsiniz.
Yine başına çuval geçirilen özel kuvvetler askerlerimizin gerçekte o bölgede ne yaptıklarının söylendiğinden yukarıda bahsetmiştik.
Yani bazıları akıllarınca oldu-bitti yaparak bu coğrafyada yeni haritaları yine kendileri çizme peşindedirler ama sizi öldüremeyen düşman sizi daha da güçlü yapar misali 15 Temmuz sonrası işler daha hızlı bir değişim göstermiş ve Batı ile yollar daha hızlı bir şekilde ayrılmaya başlamıştır.
Son olarak bir hatırlatma ile bitirelim. 3 Mart 2017 tarihli “1 Mart, Hürriyet’in manşeti, karikatürü ve haydut kuvvetler” başlıklı yazımızda 2009 basımı ABD – Türkiye savaşını konu alan “Haydut Kuvvetler” isimli (Rogue Forces) bir romandan bahsetmiştik.
Bakın o romanda anlatılan bazı konular bugün nasıl anlam kazanmışlar.
“Türkiye Cumhurbaşkanının soyadı ‘Hırsız’dır. Bu algı operasyonlarının daha hangi yıldan planlanmaya başlandığını varın siz düşünün.” (3 Mart 2017, Yeni Söz)
Peki geçtiğimiz günlerde nasıl bir algı çalışması yapmıştı ABD?
Kitabın biraz daha detaylarına girelim.
Jandarma Genel Konutanının uçağına Diyarbakır askeri üssüne inerken uçağa yerden havaya bir füze fırlatan PKK uçağı şehrin üstünde düşürür, komutan yaralı olarak kurtulur. Türkiye ise Irak’tan Türkiye’ye açılarak buradan silah kaçıran PKK’nın açtığı tünelleri Irak içinde vurur ve bu sırada 13 ABD askeri de yanlışlıkla öldürülür. (Bugün Suriye’den açılan PKK-PYD tünellerine benzerliğini takdir edersiniz) Bu olay daha soğumadan PKK Beytüşşebap’ta bir karakola saldırarak 5 kişiyi öldürüp 12 kişiyi yaralayınca Türkiye Irak’a orduyu göndererek tampon bölge oluşturmak üzere harekete geçer. Burada ABD’nin paralı asker kategorisinde sayılabilecek ve ABD ordusundan bağımsız hareket eden bir generalin emrindeki ileri teknoloji silahlarla donatılmış robotik bir birliğin karşı koyması üzerine çatışma çıkar ve Türkiye çatışmada ağır zayiat verir. Çatışma, 6 ABD süpersonik ağır bombardıman uçağının Birleşik Arap Emirliklerindeki üslerinden kalkarak Diyarbakır hava üssünü bombalamaları ile son bulur. Ama ilginç olan son saldırının ABD başkanının haberi olmadan paralı asker sıfatında diyebileceğimiz özel bir askeri şirketin başındaki bir generalin emriyle yapılmasıdır. (3 Mart 2017, Yeni Söz)
Dikkatinizi çekeriz, 2009 basımı romanda Birleşik Arap Emirlikleri üslerinden kalkan ABD uçakları detayı bile var. Bu ülkenin 15 Temmuz darbe planının arkasında olduğunun belgeleri ve yazışmaları geçtiğimiz aylarda etrafa saçılmıştı.
2009 yılında yazılan roman 2016-17 yıllarında anlam kazanıyor. İlginç değil mi?
O zaman yazımızı romanın kapağında yer alan sözle bitirelim:
“Savaşı en yüksek bedeli ödeyen kazanacaktır.”
Bu coğrafyada kimlerin ne bedel ödemeye hazır olduğunu, kalkandan kılıca geçtiğimiz gün herkes görecektir.