Bu saldırıyı yönetenlerin kullandığı “Mandalay Otel” kodunu 3 Ekim tarihli “Mandalay Körfezinden vurdular” başlıklı yazımızda analiz etmiştik.
ABD, bu otelden kendisine verilen mesaja cevabını 1 ay sonra Kasım ayı başında yine bir otelden verdi.
Las Vegas “Mandalay Bay Otel” ile “Riyad Ritz Carlton” otelinin yapısal benzerliklerini sizin yorumlarınıza bırakıyoruz.
Suud konusuna girmeden Asya Pasifik cephesini bitirelim.
ABD Başkanı Trump, çok beklenen Asya gezisinin ilk durağı olan Japonya’ya vardığı sıralarda bu kez eski bir ABD ordusu askeri Teksas’da bir kiliseye saldırarak katliam yaptı.
Saldırgan tıpkı Las Vegas saldırganı gibi yine beyazdı. Birinci saldırgan Pentagon müteahhidi iken ikinci saldırgan eski askerdi, yani bir zamanlar direk ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a bağlı çalışıyordu bir manada.
Yani birileri, Asya’ya askeri mesajlar vermeye giden Trump’a kendi evinde Pentagon üzerinden mesajlar veriyordu ve bu mesajlar son zamanlarda saldırılar ve kundaklamalarla iyice artmıştı.
İlginç bir şekilde Trump, Asya gezisinin ilk durağı olan Japonya ziyaretinden hemen önce Pearl Harbour’a uğrayarak burada kameralara poz veriyordu.
Japonların, Pasifikte II. Dünya savaşını başlattığı varsayılan Pearl Harbour saldırısının ABD tarihinde ve halkının bilinçaltında değişik bir kodlaması vardır. Kritik zamanlarda Amerikan devleti, halkın bilinçaltını yapacakları savaşlara hazırlamak için bu kodu kullanırlar.
11 Eylül 2001 saldırılarından hemen önce gösterime giren Pearl Harbour filmi aslında bir sene öncesinden hazırdı ama anons edilmesine rağmen vizyona sokulmayarak bir seneye yakın bekletildi ve tam 11 Eylül saldırılarından hemen önce vizyona sokuldu.
Böylece insanların bilinçaltlarında Pearl Harbour saldırıları ekimi yapıldı, ardından buna benzer bir şekilde gelişen 11 Eylül saldırılarına cevap verme adına ABD Afganistan ve Irak’a girdiğinde ABD halkından ses çıkmadı.
İşte aynı Pearl Harbour mesajı, asıl hedefi Çin ve İpek yolu projesi olan Asya gezisi öncesinde Trump tarafından veriliyordu.
Peki Trump geçen ay üst düzey komutanları ile görüşmesi sonrasında ne demişti:
“Fırtına öncesi sessizlik”
Nitekim bu açıklamayı doğrulayan olaylar son bir kaç gündür gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Arap yarımadasında fırtınalar koparken bu fırtınayı kimin kopardığı üç aşağı beş yukarı bellidir.
Asya-Pasifik cephesinden gelelim diğer cepheye.
SUUDİ ARABİSTAN: 17/25 ARALIK BENZERİ SÜREÇ Mİ, EKONOMİK KRİZ HAZIRLIĞI MI?
Malumunuz üzere Suudi Arabistan geçtiğimiz günlerde yaşanan prensler ve işadamlarına karşı girişilen ve dalga dalga devam edeceği belli olan tutuklamalarla gündemde. Burada hanedan içinde yaşanan güç mücadelesinden çok işin ekonomik tarafına bakmak istiyoruz çünkü bu durum birçok ülkede farklı şekillerde yaşandı/yaşanıyor.
Rusya’da Putin iktidara geldikten bir süre sonra ülkenin kaynaklarını sömüren küreselci çetenin işadamlarını hizaya çekmiş, hizaya girmeyenler ya ülkeden kaçmış ya da öldürülmüştü.
Benzer çatışmalar dünyanın birçok bölgesinde çok farkında olmasak da yaşanmaktadır.
Ülkemizde ise FETÖ çetesini Türkiye üzerine salanlar önce 17/25 Aralık darbesi ile kendilerine rakip gördükleri işadamlarını ve ardından ülkenin yöneticilerini içeri almak istemiş ama beceremeyince kendileri tasfiye olarak şirketlerine el konulmuştu. Yani sermaye bir nevi el değiştirmişti. (28 Şubat döneminde “Anadolu Kaplanları” ya da “Yeşil Sermaye” denilen gruplara yapılanları da burada hatırlamakta fayda var.)
Ardından Türkiye varlık fonu kurmuş ve devlet bütün büyük şirketlerini bir havuzda toplamıştı.
Yetmemiş ülkede bir altın seferberliği başlatılmış ve halkın altınları da devletin kasasına toplanmaya çalışılmaktadır.
İşte Suudi Arabistan’da yaşanan çok boyutlu son hadisenin bu boyutu da gözden kaçırılmamalıdır. Yanlış anlaşılmasın ana sebebi budur demiyoruz, diğer siyasi tarafını bir başka yazıya bıraktık.
Biz bu satırları kaleme alırken Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım Washington’da ABD Başkan yardımcısı tarafından randevu için bekletilmektedir.
Daha geçenlerde ABD’ye kafa tuttuğumuz için ekonomimize övgüler yağdıran küreselciler;
Türkiye Başbakanı ABD’ye gitmeden önce başka oyunlar çevirmektedirler.
Yani dememiz o ki Katar krizi ile başlayan süreçte Türkiye’nin dik durmasıyla elde edilemeyen ekonomik koz şimdi değişik şekillerde denenmektedir.
BU SAVAŞTA GÖRÜNMEYEN ÜLKE: İNGİLTERE
O hep oralarda ama çok fazla gözükmüyor. Zaman zaman kılıcını kuşansa da oyunlarını hep saman altından su yürüterek oynuyor.
Ortadoğu’da bir söz vardır;
“ABD sizden bir şey istediğinde serçe parmağınızı büküp sizi acıdan inim inim inletir, İngiltere ise bütün kolunuzu koparır götürür ama hiç acı hissetmezsiniz”.
Son günlerde yeni İpekyolu’nun son kullanıcı ülkesi İngiltere manşetlere fazlaca çıkmaya başladı. Hani ABD’nin bir gece ansızın bu yolun tam orta noktasına dünyanın nükleer olmayan en güçlü silahını bırakıverdiği yoldan bahsediyoruz.
Bu konuyu geniş olarak 8 Ekim tarihli “Gözden kaçırmayalım” başlıklı yazımızda ele almıştık. 17 Mayıs tarihli “Doğu – Batı savaşının tam orta yerinde” başlıklı yazımızda ise Yunanistan’ı Almanya’nın neredeyse devraldığını belirtmiştik.
İşte o Yunanistan geçtiğimiz günlerde zoraki patronu Almanya ve patronunun patronu ABD ile birlikte “Doğudaki düşmana karşı” Artemis deniz tatbikatı yapıyordu. Doğudaki düşmanın kim olduğunu bizim hayal gücümüze bırakmışlar.
“Terör örgütü PKK/PYD’yi müttefik seçen ve ağır silahlarla donatan ABD’nin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iyice ayyuka çıkan Türkiye karşıtı hamlelerine bir yenisini daha ekledi. Türkiye’ye örtülü silah ambargosuna uygulayan Washington, “Türkiye’yi işgalden” bahseden Almanya ile Yunanistan’da ortak füze tatbikatı yapıyor. Türkiye’nin NATO’nun tüm tehditlerine rağmen Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almakta kararlı tutumuna karşı Ankara’nın NATO’da müttefiki olan üç ülke Patriot ve Stinger füzeleriyle ‘Potansiyel rakipleri caydırmak’ ve ‘Tartışmalı bölgelerde savaşmaya hazır olmak’ için manevralara başladı. Askeri uzmanlara göre, buradaki ‘potansiyel rakip’ ise Türkiye, ‘tartışmalı bölge’ ise Ege’deki gri bölgedeki adalar.” (04.11.2017, Star)
Türkiye ise aynı günlerde bir başka haberle gündeme geliyordu.
“Türkiye, hava savunma sistemleri konusunda tarihi bir adım atmaya hazırlanıyor. Türkiye, Fransa ve İtalya arasında ortak hava savunma sistemi geliştirilmesi için nihai anlaşmaya imza atılacak. “ (8 Kasım 2017)
Tabii asıl savaşın ne olduğunu daha önceki yazılarımızda defaatle belirttiğimiz içintekrar söylememize gerek yok herhalde:
Bütün bunlara Bakü – Tiflis – Kars demiryolunun açılışını da eklerseniz resim tamamlanıyor.
Ve bir başka haber yine iki gün önce gündeme düştü:
Buraya nereden gelmiştik? Yeni İpek yolunun en batısında yer alan majestelerinin ülkesinden bahsediyorduk. Bu sessiz ve derinden ülke bu aralar çok sık gündeme geliyor/getiriliyor.
“Cennet Belgeleri (Paradise Papers)” adı verilen ve geçen yıl basına sızdırılan “Panama Belgeleri” olayıyla benzerlik taşıyan “sızıntı” Kraliçe 2. Elizabeth’in milyonlarca sterlini off-shore hesaplarında işlettiğini ortaya koydu. Belgelere göre Kraliçe 2. Elizabeth’in yaklaşık 500 milyon sterlinlik kişisel servetinin 10 milyon sterlini Cayman Adaları ve Bermuda’daki offshore hesaplarda bulunuyor. Kraliçe’nin yatırımları arasında daha önce vadeli satışlarda uyguladığı fahiş faiz oranlarıyla yoksul aileleri istismarla suçlanan BrightHouse adlı mağaza zincirindeki parası da yer alıyor.” (06.11.2017)
Ve aynı gün, adeta cevap niteliğinde bir başka haber:
Saddam rejiminin kitle imha silahlarına sahip olmadığını ve bu durumun Pentagon tarafından bilindiğini iddia eden İngiltere Eski Başbakanı Gordon Brown, ABD’yi raporları İngiltere’den saklayarak olayların gidişatını değiştirmekle suçladı. O dönem Maliye Bakanlığı görevini yürüten Brown, İngiltere’yi savaşa sokarken gerekçe olarak Saddam rejiminin kitle imha silahlarına sahip olmasını gösteren ve İngiliz İstihbaratının da kendisini bu yönde bilgilendirdiğini iddia eden dönemin Başbakanı Blair’i de yalanladı. (06.11.2017)
Herkesin yalan olduğunu bildiği bu sahte raporları İngilizler bilmiyormuş ve ABD tarafından aldatılmışlar. Eski İngiltere eski Başbakanı tarafından bu olayın yeniden gündeme getirilmesi içten içe yanan derin bir hesaplaşmanın sürdüğünü göstermektedir.
Ve aynı gün bir başka haber:
The Observer gazetesinin haberine göre Bakan Johnson ve iki İngiliz yetkilinin FBI’ın soruşturmasında adı geçen kişilerle temas kurduğu ortaya çıktı. Haberde Johnson ve İngiliz yetkililerin Trump’ın eski dış politika danışmanlarından George Papadopoulos ve İngiltere’de yaşayan Maltalı akademisyen Joseph Mifsud ile görüşmeler yaptığı ifade edildi. The Observer’a göre bakanlık yetkilisi Alok Sharma, Mifsud ile birkaç kez görüştü ve bu görüşmelerden birine Johnson da katıldı. Papadopoulos da, Eylül 2016’daki BM Genel Kurulu çerçevesinde o dönemde bakanlıkta üst düzey görevde bulunan Tobias Ellwood ile bir görüşme yaptı. (06.11.2017)
Yani anlayacağınız Yeni İpek Yolunun Batıda son durağındaki ülke ile tam ortasına bomba atan ülke kozlarını paylaşmaya devam ediyorlar. İngiliz’in kurduğu Vahhabi krallığının yeni kralı “ılımlı İslama” geçeceğiz derken, güzergah üzerindeki bütün fay hattı tetikleniyor.
CEPHENİN DİĞER TARAFI: İRAN
İran konusunda değişik zamanlarda yazdığımız yazılarda bu ülkeyi yaptığı yanlışlardan dönmesi konusunda uyarmıştık. İşte bazıları:
“Bu yüzden İran’a bu bölgede tarihi görev düşmektedir. Ya bölgede yakılan ateşe mezhepçilik körüğüyle gitmeyecek, ya da kendisi fitne ateşinin içinde yanacaktır. “Halep’e pirince giderken Kermanşah’ı kaybedecektir”…” (“Peki Musul ve Halep Lübnan’da mıdır?”, 25 Ekim 2017, Yeni Söz)
İran İslam Cumhuriyeti, gerek genç nüfusuyla, gerekse üzerinde oturduğu doğal kaynaklarıyla bölgemizin en önemli ülkelerinde biri. Son 20 yıldan daha fazla bir süredir ABD tarafından gizlice bölgemizde önü açıldı İran’ın. Önce Afganistan’da Şia karşıtı Taliban ABD tarafından devrildi, ardından Irak İran’a altın tepsi içinde sunuldu ve son olarak Suriye’de İran pervasızlığın doruk noktasına ulaştı. Önü açıldıkça yayıldı, yayıldıkça küstahlaştı, küstahlaştıkça dini kaygılarından uzaklaştı. Müslümanları katledenlerle iyice ve açıktan, büyük bir rahatlıkla birlik oldu ve İslam dünyasının nefretini kazandı. Bugün itibariyle eğer İran’ın başına birşey gelirse İslam dünyasında ona acıyacak kimse kalmamıştır. Yani kurt (Batı Terör Örgütü) İran’ı sürüden (İslam dünyasından) iyice koparmayı başarmıştır… (Suriye, İran’a bal tuzağı mıydı?, 1 Haziran 2017, Yeni Söz)
“Riyad zirvesi öncesi ve sonrasında alınıp verilen mesajlar kısmını geçersek, Suud ziyareti ABD için oldukça verimli geçmiş ve Suudi Arabistan’a 100 milyar dolarlık silah satılmıştır. Ama en az bu satış kadar ses getiren bir başka olay ise bir “Arap Nato”su kurulması iddiasının ortaya atılması olmuştur.
Unuttunuz belki ama hatırlatalım. Bakın “Arap NATO”sunu geçmişte kim dillendirmişti.
(Suriye, İran’a bal tuzağı mıydı?, 1 Haziran 2017, Yeni Söz)
İki gün önce bültenlere düşen haber ise bizim Haziran ayında yazdıklarımızı doğrular nitelikte idi.
“Yenişafak’ın haberine göre; İsrail Dışişleri Bakanlığı tüm büyükelçiliklerine Hizbullah’a karşı Hariri ve Suudi Arabistan lehinde lobi faaliyetinde bulunulması emri verdi. Kudüs’ten tüm İsrail büyükeçiliklerine gönderilen mesajda Hariri’nin istifasının desteklenmesi ve bulundukları ülkelere İran tehdidinin anlatılması istendi. Yemen’de Husilerle savaş halinde olan Suudi Arabistan’ın desteklenmesi gerektiği vurgulanan mesajda Hariri’nin istifasının İran ve Hizbullah’ın Lübnan için ne kadar tehlikeli olduğunun gösterdiği ve bu tehlikenin de diğer ülkelere anlatılması gerektiği belirtildi.” (08.11.2017)
Ve aynı yazımızdan son bir alıntı:
1991 yılında yapılan Birinci Körfez savaşında Irak’a karşı kullanılan silahların bazılarının Suudi Arabistan’a daha 70’li yılların sonundan itibaren satılarak Amerikan üslerinde stoklandığını ve paketleri bozulmadan hazır halde bekletildiğini bir İngiliz dergisi ortaya çıkarmıştı. Şimdi aynı oyun yine Suudi Arabistan üzerinden İran’a karşı kuruluyor olmalı ki Suudi Arabistan ABD’den 100 milyar Dolarlık silah satın alıyor. Aslında soru şu: ABD, “İran korkusuyla Arapları yeteri kadar sağdık ve sağacak bir şey kalmadı. Artık ikisini vuruşturup bütün petrol bölgelerini yakalım” kararını ne zaman verecek. (Suriye, İran’a bal tuzağı mıydı?, 1 Haziran 2017, Yeni Söz)
Anlaşılacağı üzere görünen köyün kılavuza ihtiyacı yoktur.
BİR ROMANDAN BAHSETMİŞTİK
25 Haziran 2017 tarihli “Katar ablukası üzerine” başlıklı yazımızda ise Reagan döneminden oğul Bush dönemine kadar ABD istihbarat kuruluşlarının en tepe noktalarında bulunmuş bu anti-terör uzmanının 2005 yılında yazdığı bir romandan bahsetmiştik.
“Yıl 2010…Sünni ve Şii gruplar, ortak bir darbeyle Suudi Arabistan’da ki krallık rejimini yıkıp ‘İslamiye Cumhuriyeti’ni kurarlar. Suudi ailesi ABD’nin Houston kentine sürgün edilir. Suudiler çıkar ilişkisi kuran ABD Savunma Bakanı Henry Conrad, İslamiye’yi işgal edip petrole el koymak düşüncesindedir. Çin ise petrol karşılığında İslamiye’yi savunmak için gönüllü olur. İki Çin gemisi, İslamiye’nin petrol rezervlerini korumak üzere nükleer başlıklar yola çıkar..Clarke, Akrep Kapısı’nda, olağandışı heyecanlı bir jeopolitik öykü içerisinde anlattığı olaylarla okuyucuları birkaç sene ileriye götürüyor ve Asya’ya yayılması söz konusu olan nükleer bir savaştan söz ediyor. Bir hükümet darbesi ile Suudi Arabistan’daki şeyhler tahtan indirilmiş, yerine kararlı bir İslam hükümeti gelmiştir. Petrolün kokusu etraftaki akrepleri çekmeye başlar; bunların başında Washington ve başka bir başkentte Orta Doğu’nun haritasını temelinden sarsacak şeytani bir pazarlığa girmeye hazır kişiler bulunmaktadır. Planları – aralarından bazıları aynı olduğunu düşünse de- aynı değildir. Gizli gündemler, önü alınamaz bir hırs, farklı yerlere duyulan sadakat hisleri, hatalı istihbarat, felakete sürükleyen yanlış hesaplar sonucunda bir süre sonra domino taşları düşmeye başlar.” ( “Katar ablukası üzerine”, 25 Haziran 2017, Yeni Söz)
Bu “güzel” konunun altına içeriği tamamlayan iki haber küpürü yapıştıralım.
Muhammed bin Zaid, Türkiye’yi hedef alan çokuluslu müdahalelerin tamamının ortağı olmuştur. Aynı kişinin, yeni eksenin bölgedeki taşıyıcısı olduğunu, Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ı etkisi altında tuttuğu ortaya çıktı.S. Arabistan’a bir BAE modeli önerdiğini ve bunun kabul gördüğünü, projenin arkasında tamamen İsrail ve ABD olduğunu da görüyoruz. Birileri Muhammed bin Zaid üzerinden coğrafyanın tamamını büyük bir savaşa sürüklemeye çalışıyor, ülkeleri bölme planları yapıyor. (07.11.2017)
Ve son olarak CNN olayı nasıl görmüş ona bakalım:
“Yeni Dünya düzeni”
SAVAŞ KÖPEKLERİ
Batıdan aldığı silahlarla coğrafyada racon kesmeye kalkan Suud’a:
Ve coğrafyada mezhep fitnesi kartını kullanan İran’a;
Ünlü bir sözle hatırlatma yaparak bitirelim yazımızı:
“Kılıcıyla yaşayan kılıçla ölür.”