Beyaz perdenin arkası…

Rusya’ya iltica eden eski NSA görevlisi Edward Snowden’in ifşaatları sonrasında, psikoloji bilimini kullanarak insan davranışlarını etkilemekle görevli İngiliz İstihbarat Servisine bağlı gizli bir birim olduğu ortaya çıkmıştı. Bu birimin görev tanımının sadece düşman devletler ve terörist gruplara karşı psikolojik savaş yapmak olmadığı, aynı zamanda iç düşman kategorisine aldıkları kişilere ve kurumlara karşı da itibar suikastı, kargaşa, aksatma, yadsıma, aşağılama ve caydırma eylemlerinde bulundukları İngiliz basınına yansımıştı.

Hiçbir alanı boş bırakmayan istihbarat servislerinin ve devlet organlarının sinema sektörünü de kendi haline bırakmayacağı zaten hepimizin malumudur. Son yıllarda Hollywood kaynaklı film ve dizilerle Türkiye kuşatma altına alınmaya çalışılmakta, insanların algıları adeta “bükülerek” büyük bir dezenformasyona tabi tutulmaktadır.

HOLLYWOOD’UN ALGI BÜKÜCÜLERİ

Geçtiğimiz ay gündeme gelen Amerikan yapımı “Designated Survivor” dizisinde Türkiye karşıtı algının müthiş bir zamanlama ile nasıl oluşturulduğu basınımıza yansımıştı. Türkiye’nin Suriye ve Irak politikalarında karşı karşıya geldiği ABD’ye karşı Rusya ile yakınlaştığı, bu ülkeden NATO’nun tüm itirazlarına rağmen stratejik S400 füze alımlarının gerçekleştirilmekte olduğu ve NATO’dan çıkmanın ülke kamuoyunda dillendirildiği günlerde yayınlanan bu dizide geçen diyaloglar algı operasyonu olayını tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. İşte Türkiye Cumhurbaşkanı (Turan) ile ABD Başkanı (Kirkman) arasındaki terörist F. Gülen hakkında geçen (dizide Şahin adı verilmiş) diyalog.

Turan: Devletimizin düşmanına sığınma hakkı verdiğiniz için utanmalısınız. Şahin’i sınır dışı edin adaletle yüzleşsin. Kirkman: Onun için yasal bir dayanak yok. O suç işlemedi.
Turan: Sizin ülkenizde… Benim ülkemde ise o bir katil. Darbe girişiminde 97 sivil hayatını kaybetti.
Kirkman: İstihbaratımıza göre darbe girişimi Türk ordusundaki bir grup tarafından gerçekleştirildi. Bay Şahin’in konuyla ilgisi yok.
Turan: İstihbaratınız yanlış! Ve artık üslerimizi hak etmiyorsunuz. Belki de Rusya hak ediyordur.

Görüldüğü gibi üç beş cümle diyaloğun arasına ardı ardına büyük mesajlar sıkıştırılabilmiştir.
Bunlar:
1- Türkiye devleti canının istediği gibi yasal dayanaksız suç isnat eder.
2- Türkiye’de darbe girişimi tiyatrodur.
3- Türkiye şantajla birşeyler koparmaya çalışan ülkeler kategorisindedir.

2

Bu dizinin algı operasyonları aslında yeni değildir. Dizinin ilk bölümünden itibaren ABD başkanlık seçimlerinde taraf olduğu ve oyları Hillary Clinton yönünde bükmeye çalıştığı çok açık biçimde gözükmekte idi. Bunu anlamak için dizinin konusunu inceleyelim:
“ABD Başkanı’nın her yıl yaptığı geleneksel ulusa sesleniş konuşması sırasında kabine üyelerinden bir kişi seçilerek gizli bir yere götürülür. Amaç, bu konuşma sırasında bir saldırı olursa devletin devamlılığını sağlayabilecek en azından bir seçilmiş üyenin hayatta kalmasıdır ve bu kişiye  “Designated Survivor” (sağ kalan seçilmiş) denilmektedir. Bu görevle seçilmiş kabine üyesi olan Çevre ve Şehircilik bakanının konuşmayı eşiyle birlikte televizyonda seyrettiği sahne ile başlar dizinin birinci bölümü.

ABD başkanı şunları söylemektedir: “En zengin %1, ulusun geri kalanı endişe içindeyken servetlerine servet katmaya devam ettiler. Bu durumun değişmesi lazım” Ve tam bu sözlerin ardından televizyon yayını kesilerek yerini ekranda beliren parazite bırakır. ABD senatosu, ABD Başkanı, kabine üyeleri, kısaca devletin tamamı saldırı sırasında yok olmuştur. Hayatta kalan tek Bakan ABD başkanı olur, generaller bombalanmak üzere acil (Müslüman) bir hedef bulmaya ve tecrübesiz başkanı buna ikna etmeye çalışmaktadırlar. Bu arada FBI Senatonun yıkıntıları arasında patlamamış bir bomba bularak FBI laboratuvarında incelendiğinde şu sonuçlara varır. Bu patlayıcı modifiye edilmiş eski bir Sovyet anti tank mayınıdır, kilit halkası Pakistan yapımı, ateşleme ünitesi İran malıdır. Olaydan şüphelenen bir FBI ajanı şu can alıcı soruyu sorar.
“Bütün bombalar patlamışken bu bomba niye patlamadı? Bizim bulmamız için mi?”

3

İleriki bölümlerde ise Cumhuriyetçi valiler (yani Trump’ın partisi) kargaşa ortamında suçlu ilan ettikleri Müslümanları toplu olarak gözaltına almaktadırlar ama dizinin devamında terörist saldırının ardında beyaz ırkçıların olduğu ortaya çıkarılmaktadır.
Yani; “Cumhuriyetçiler = beyaz ırkçılar = karmaşa = terör algısı = Trump” mesajı, ABD başkanlık seçimleri öncesinde seçmenin bilinç altına ustaca ekilmiştir. Yine ABD başkanlık seçimleri öncesinde vizyona giren “Arınma gecesi: Seçim yılı” filminde, beyaz ırkçı Başkan adayına karşı kadın başkan adayını destekleyen çok açık mesajlar verilmiştir.

“Cinayet dahil herşeyin 12 saat süreyle serbest bırakıldığı Arınma Gecesi olarak adlandırılan bu gece, ülkenin hemen hepsi beyaz olan “yeni kurucu babaları” tarafından yasal ve geleneksel hale getirilmiştir. Mantık olarak insanlar bu günde yıl boyu biriktirdikleri öfkelerini, kızgınlıklarını, öldürme isteklerini gerçekleştirerek ruhlarını temizlemektedirler. Yeni kurucu babalar bunu bir çeşit sosyal emniyet sübabı gibi görmektedirler çünkü bu geceden sonra suç oranları düşmektedir. Arınma gecesinden en çok zarar görenler ise fakirler, zayıflar ve kendilerini savunmaktan aciz insanlardır (filmde ve gerçek hayatta bu Amerika’nın siyahilerine tekabül etmektedir).  Ülke iki kampa ayrılmıştır çünkü bu gecede çoğunlukla kendisini korumaktan aciz olan yoksullar öldürülmekte, zenginler ise ya korunaklı evlerinde güven içinde oturmakta ya da insan avına çıkarak bütün sapık dürtülerini tatmin etmektedirler.” Film açıkça ana oy tabanı güneyli beyazlara ve zenginlere dayanan Cumhuriyetçilerin (Donald Trump) ne kadar sapık olduğu mesajını vermekte, kadın adayı ise (Hillary Clinton) çok adil ve insancıl bir portre olarak ekrana yansıtmakta idi. Yine ABD seçimlerinin hemen öncesinde gösterime giren “Imperium” filminde (devlet güçlerini kullanma yetkisi) beyaz ırkçı terörizme dikkat çekilmiştir. Filmde  “Yurtiçi Terör” birim başkanı, genç bir FBI ajanını beyaz ırkçıların arasına sızdırmak için ikna etmeye çalışırken şöyle demektedir:

“Timothy McVeigh madalyalı bir körfez savaşı gazisiydi. Deli değildi, aklını kaçırmamıştı ve aptal değildi. Bir planı uygulayan beyaz bir üstünlükçüydü, Turner günlükleri adındaki kitaptan bir plan. Siyahların, Yahudilerin ve koyu tenlilerin kökünü kazıyacak bir ırk savaşı. Savaş nasıl başlıyordu biliyor musun? Kahramanımız bomba yüklü aracı federal bir binaya doğru sürüyordu. Timothy McVeigh “Turner Günlüklerindeki” o sahneyi tekrar canlandırıyordu. Tutuklandığında kitap da yanındaydı. Yapmaya çalıştığı ırk savaşı başlatmaktı. Müslüman kesime odaklanmışsınız, anlıyorum. Hepimiz, önemli olduğunu düşündüğümüz konuya uygun hikayemizi oluşturuyor, görmek istediğimiz şeyi görüyoruz. Ama bir şeye bakmıyor olman orada olmadığı anlamına gelmez.” Yine dönemin ABD Başkan adayı Trump’a atılmış muhteşem bir gol vardır bu filmde.

İşte filmler, kitleleri toplu ve hızlı hipnoz etmede kullanılabilen mükemmel araçlardır ve herkes farkında olmasa da süper güç olmanın önemli araçlarından birisi haline de gelmiştir. Bu vesileyle önümüzdeki yıllarda süper güç olarak tarih sahnesine çıkması beklenen Çin’in bu konudaki farkındalığını inceleyelim.

5
ALGI BÜKÜCÜLERİ BÜKEN ÇİN

SSCB’nin çökerek soğuk savaşın bitmesinin ardından Rusya’nın yaptığı hatayı yapmayan Çin, her manada kapılarını sonuna kadar Batıya açıp ülkenin kültürel ve ekonomik bağımsızlığını kaybetmemiştir. Bu bağlamda Çin yılda sadece 34 yabancı filmin ülkede gösterimine izin verdiği bir kota uygulamakta, filmler sansürden geçirilmekte ve ancak ondan sonra gösterime girebilmektedir. Tabii eğer kotada kendisine yer bulabildiyse.

Durum böyle olunca, kârının yüzde 70’lik kısmını yurtdışı gösterimlerinden elde eden Hollywood dünyanın en kalabalık sinema seyircisi topluluğuna sahip Çin’in karşısında mecburen yerlere kadar eğilmekte ve kendine dikte edilen her şeye razı olmaktadır. Zaman zaman sansürden geçirdiği filmleri bile son anda gösterime girmekten kaldırabilen Çin, değişik vergilendirmelerle ABD film şirketlerini de oldukça zorlamasına rağmen film yapımcısı şirketler bu pazardan çıkmayı göze alamamaktadırlar. ABD film şirketleri Çin’de bilet satışlarından elde ettikleri karın sadece yüzde 25’ini alabilmekte, bu oranı artırarak yüzde 43’e çıkarabilmek için Çinli film şirketleri ile ortaklıklar yapmak zorunda kalmaktadırlar.

Çin bir yandan yabancı filmlere kota koyarak kültürel emperyalizmi sınırlarken, elinde tuttuğu finansal imkanla Hollywood filmlerinin senaryolarını da gözden geçirme, değiştirme fırsatı yakalamaktadır. Çin   pazarına girmek isteyen hiç bir film yapımcısı bu ülkenin insan hakları problemleri gibi konuları filmlerinde işleyememekte, Çin’i kötü gösterememekte, birçok büyük bütçeli filmde iyi Çinli karakterler kulanmak zorunda kalmaktadırlar. Mesela 2015 yılı yapımı “Marslı” (Martian) filminde Mars gezegeninde mahsur kalan Amerikalı astronot Çin’in gizli uzay programından yaptığı yardımla kurtarılarak dünyaya getirilmiştir.

Bir diğer bilim kurgu film olan 2013 yılı yapımı “Yerçekimi” (Gravity) filminde ise yine Amerikalı bir astronot tek başına kaldığı uzay boşluğunda Çin uzay istasyonuna ulaşarak oradan bindiği roketle dünyaya dönebilmiştir. Hollywood – Çin ortak yapımı 2016 yapımı “Çin Seddi” (The Great Wall) filminde ise filmin Batılı kahramanı, fantastik canavarlara karşı Çin seddi üzerinde Çinlilerle birlikte omuz omuza savaşmakta ve sinema izleyicisine renk cümbüşü içinde tam bir görsel şölen sunmaktadır. 150 milyon dolara mal olan film, bir ABD – Çin ortak yapımı olarak kota engeline takılmadan Çin’de gösterimi hedefleyen filmlerden biri olmuştur.

Bütün bunlara ilaveten New York Times gazetesinin haberine göre bu yılın Temmuz ayından itibaren Çin seyircisi sinema salonunda film başlamadan önce Çin devleti tarafından hazırlanan 4 kısa video mesajdan birini seyretmek zorunda kalmaktadır. Bu videolarda “sosyalist değerler” ve Çin Devlet Başkanı Jinping’in öne çıkardığı “Çin rüyası” kavramları ve Komünist parti propagandaları yapılmaktadır. Bu propagandaların seyirci üzerinde tuhaf bir etki bırakmasını önlemek ve lezzetli bir hale getirmek için ise ustaca bir taktikle dev bütçeli Hollywood filmlerinde oynamış Çinli oyuncular kullanılmaktadır. Mesela Hollywood’un dev bütçeli seri yapımlarından biri olan “Transformers – Son Sövalye” filminde oynayan oyuncu Li Bingbing buna bir örnektir ve kısa video mesajında şöyle demektedir:

“Ülkenizi, toplumumuzu, insanımızı ve ailenizi hayal kırıklığına uğratacak bir şey yapmadığınız sürece yaptığınız her şey Çin rüyasını gerçekleştirmemize yardımcı olmaktadır”.

Hollywood için Çin, dünyanın en büyük izleyici kitlesi demektir ve finansal manada da Çin izleyicisinin beyaz perde de bıraktığı para yakında Amerikan izleyicisini geçecektir. Bunun yanısıra  Çinli şirketlerin elinde bulunan sıcak para, film sektörü gibi yapımında büyük paralar harcanan Hollywood filmleri için devasa imkanlar sunmaktadır. Son yıllarda Çin şirketlerinin Hollywood ve ABD medya sektöründe yaptığı çok büyük satın almalar Amerikan Kongresinde inceleme konusu olmuştur. Bazı senatörler bu durumun “Amerikan medyası üzerinde Çin’in sansür ve propaganda kontrolü sağlamasına yol açacağı” şeklinde endişelerini dile getirmişlerdir.

Çinli şirketlerin satın almaları o kadar artmıştır ki bu durum sermayenin dışarı kaçması anlamında da Çin devleti tarafından dizginlenmek zorunda kalmıştır. Anlaşılacağı üzere beyaz perdenin arkasında çok ilginç olaylar dönmektedir ve sadece perdenin üzerine yansıyan görüntülere bakmak bize fazla bir şey kazandırmayacaktır.

Çin elindeki finansal enstrümanları en iyi şekilde kullanarak, bilinçaltımızdaABD’yi  süper güç yapan Hollywood’u yavaşça ele geçirmekte, yine kendi izleyici pazarının ABD sinema endüstrisine kazandıracağı hasılatı kullanarak Hollywood filmlerinin senaryolarını kendi istediği şekilde dizayn ettirmekte, bir başka deyişle kendi propagandasını dünyanın en başarılı sinema yapımcılarına yaptırmaktadır. Son dönemde gittikçe artan ABD sinema sektörünün kara propagandasından nasibini fazlaca alan Türkiye’nin biraz kafa yorarsa Hollywood’un algı bükücülerinin bileğini bir şekilde bükebileceğini düşünüyoruz. Geçmişte “Kurtlar vadisi Irak” ve “Kurtlar Vadisi Filistin” filmleri buna en iyi örneklerdir. Bu filmlerin ardından Hollywood mesajı alarak uzunca bir süre Türkiye’ye karşı sessizce oturmak zorunda kalmıştı. Ama ne olduysa buna benzer filmler bir daha yapılamamıştır. Belki de ABD, Çin’in Hollywood üzerinde uyguladığı satınalma/bloke etme taktiğini bizim film stüdyolarımız üzerinde uygulamıştır.

Son olarak Hollywood’un sadece eğlence sektörü olmadığını gösterecek bir haberle bitirelim. Uzunca bir süredir taciz iddiaları ile gündemde olan Hollywood yapımcısı Weinstein’in “eski” Mossad ajanlarını sinema oyuncularını takip ettirmek için tuttuğu haberleri basına yansımıştı:

“ABD merkezli The New Yorker dergisinin, Weinstein’ın ajan tutarak ünlü isimleri takibe aldığını ortaya çıkarmasının ardından, İsrail kanalı Channel 12, Weinstein’a İsrail eski başbakanı Barak’ın yardımcı olduğu iddiasını ortaya attı. İddiaların hemen ardından açıklama yapan Barak, iddiaların doğru olduğunu kabul etti. Weinstein’ın geçtiğimiz yıl kendisinden bazı iş meseleleri için yardım istediğini söyleyen Barak, yapımcıya Mossad eski ajanlarının çalıştığı İsrail merkezli güvenlik şirketi Black Cube’u (Kara Küp) önerdiğini itiraf etti. Konuşmanın ardından yapımcıya Black Cube’den iki ajan yönlendiren Barak, olayın iç yüzünü bilmediğini iddia etti. The New Yorker dergisinde yer alan habere göre, İsrail ile olan yakın ilişkileriyle tanınan Weinstein, sinema oyuncusu Rose McGowan’ın hatıralarını bir kitapta toplayacağı haberini öğrendikten sonra paniğe kapılarak Mossad ajanlarını tutmaya karar verdi. Black Cube’un yanında ABD merkezli istihbarat şirketi Kroll’dan da ajan tutan Weinstein’ın pek çok oyuncuyu ve medya kuruluşunu ajanlarla takip ettirdiği ve bilgileri taciz iddialarının sahiplerine karşı kullanacağı belirtiliyor.”

Haberde izlemelerin taciz meselesi için yapıldığı söylense de bu izlemeler çok daha vahim bir etki ajanlığı operasyonunu da gizliyor olabilir. 1940’lı yılların sonunda Komünizm ile mücadele ile ünlenen Amerikalı Senatör McCarthy’nin komünist düşüncede olmasından şüphelendiği Hollywood oyuncu, yazar ve yönetmenleri üzerinde uyguladığı cadı avı ve oluşturduğu kara listeden muzdarip olanların öyküleri hala canlı bir şekilde hatırlanmaktadır. Dolayısıyla bu İsrail dostu Yahudi asıllı yönetmenin eski İsrail Başbakanının ve Mossad ajanlarının yardımını alarak ne tür izleme, yıldırma, caydırma, ekarte etme taktiklerini kimler üzerinde uyguladıkları çok uzun süreli bir araştırmanın konusu olacaktır. Ama bu endüstride ki Yahudi hakimiyeti yüzünden bu konunun bir kaç ay içinde unutturulacağına eminiz. Dolayısıyla, sinema bir eğlence sektörü olmaktan çıkmış ve oldukça uzun bir zamandır devletler arası savaş alanının bir parçası haline gelmiştir.

9

Bu son dakika haberini ise yukarıda okuduklarınız ışığında sizin yorumlarınıza bırakalım…

Ömer Kayani / Araştırmacı, Yazar
Tohum Sayı 160 / Kış 2018

http://www.tohumdergisi.com/2018/04/05/beyaz-perdenin-arkasi/

One comment

  1. Dünya tarihinin en kritik döneminden geçtiğimiz bu günlerde makaleleriniz tarihe not düşmek açısından çok önemli arşivlik öğeler barındırıyor.
    ben şahsen arşivime alıyorum yazılarınızı.
    Allah kaleminize kuvvet versin. umarım devletimizin yetkilileri de istifade ederler görüş ve tecrübelerinizden.

Comments are closed.