Dünya kuantum silahlarının kullanımı sonrasında büyük bir yıkım yaşamış, kurulan yeni düzende hayatta kalmaya çalışan insanlar yiyecek ve petrol bulma peşine düşmüş, zayıf olanlar yok olmuş, şehirler büyük yürüyen makineler haline gelmiş, “Batının büyük yağmacı şehirleri” nin küçük kasabaları yuttuğuyeni bir çağ başlamıştır.
Bu yürüyen şehirlerin en büyüğü Londra’dır ve tüm dünyayı dolaşarak küçük kasabaları yutmaktadır.
Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren “Ölümcül Makineler” (Mortal Engines) filminden bahsediyoruz.
Her karesinde küresel şeytanların gelecek kurguları ile ilgili mesajlar içeren bu filmin ana teması şehir devletlerdir.
Son yıllarda başta Amerika ve Türkiye olmak üzere ülkeler büyük bir hızla etraflarına duvarlar örmektedirler. Ülkelerin sınırlarına örülen bu duvarların bir süre sonra büyük şehirlerin etrafına da örülmeye başlanacağının emareleri bulunmaktadır.
Mesela İstanbul belediye başkanlığına adaylığını koyduğunda Erdoğan’ın gündeme getirdiği İstanbul’a pasaportla giriş uygulamasına benzer bir söylemi yıllar sonra bugün İstanbul belediye başkanlığına adaylığını koyan CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul Ankara’dan yönetilemez” şeklinde bir beyanatla tazelemesi önemli bir emaredir.
Birinci Körfez savaşı ile Irak’ı uçuşa yasak bölgelerle üç parçaya bölen akıl Irak’ın tamamen işgali sonrasında Amerikalı çuvalcı General David Petreus aracılığıyla Irak’ın şehirleri içinde duvarlar örerek mezhepsel temelli şehir devletler yaratmıştı. Irak’ta “çok başarılı” olduğu için daha sonra CIA başkanlığına atanmış ama oradan da evlilik dışı ilişkisi bahane edilerek çuvallanmıştı.
Sokaktaki insanlar çok farkında olmasa da son dönemde şehir devletler meselesi ülkelerin gündemindedir.
Mesela Trump’ın seçimi kazanmasının ardından Kaliforniya eyaleti ABD’den ayrılmak için kampanya başlatmış, benzer bir durum Brexit referandumu sonrasında Londra belediye başkanı Khan’ın Birleşik Krallıktan ayrılmak için referandum yapabilecekleri söylemiyle gündeme getirilmiştir.
Buna yakın bir başka durum da Hollanda’da yaşanmış, Amsterdam’ın Belediye Başkan Yardımcısı Kajsa Ollongren, “Wilders başbakan olursa, Amsterdam cumhuriyetini ilan eder” demişti.
Yine ülkemizde eski Başbakan Binali Yıldırım’ın belediye başkanı seçilmesi durumunda “protokol krizi yaşanmaması” için belediye başkanının protokolde ön plana çekilmesi tartışması gündeme gelmişti.
Asıl mesele ise ülkelerin ardı ardına ilan ettikleri yeni ve akıllı şehirler kurma projeleridir. Bu “akıllı” şehirlerin “yapay bir zeka ile yönetilerek” dünya da yeni bir medeniyet oluşturma iddiasında olduğu, gören gözler için büyük bir sır değildir.
Bu furya ilk olarak Mısır ile başlamış, Kahire’nin doğusunda Çin sermayesi ile 45 milyar Dolara yeni bir şehir hatta başkent kurulacağı haberi 2015 yılında gündeme düşmüş, bunu Suud’un “Neom” projesi takip etmişti. Hatta Suud, Robot Sophie’ye vatandaşlık vererek bu işin sadece yeni bir şehir meselesi olmadığını gözler önüne sermiştir.
Geçtiğim sene Microsoft’un sahibi Bill Gates’de bu kervana katılmış ve Arizona eyaletinde akıllı şehir kurma çalışmalarına başlamıştır.
Ama asıl bomba “Kuşak-Yol” projesiyle dünyaya yeni bir ticaret rotası kazandırmaya çalışan Çin’den gelmektedir. Kimsenin yaşamadığı yerlere kurduğu devasa yeni yerleşim bölgeleriyle “hayalet şehirler” inşa ettiği şeklinde dalga geçilen Çin buraları yavaş yavaş ve belli bir plan çerçevesinde doldurmaktadır.
Önümüzdeki 10 -15 yılda Çin’in en az 15 “akıllı mega şehir” kuracağı ve bu şehirleri çok yüksek 5G teknolojisi ile donatacağı söylenmektedir. Böyle bir durumda artık dünyanın merkez şehirlerinin New York, Paris, Londra gibi şehirler olamayacağı açıktır.
Tıpkı II. Dünya savaşı öncesinde büyük Amerikan şirketlerinin Nazilere el altından yardım yapması gibi bugün Amerikan şirketleri de Çin’e teknoloji transferi yapmakta, ABD ordusuna yapay zekalı katil drone yapmayı reddeden Google çalışanları Çin için muhaliflerini izleme (ve dolayısıyla katletme) programları (Dragonfly) yapmaktadırlar.
Tüm bunlar olurken geçtiğimiz aylarda Çinli Huawei firmasını sahibinin kızı Kanada’da tutuklanarak İran yaptırımlarını deldiği suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Tabii Huawei firmasının ordu emeklisi bir subaya ait olduğunu düşünmek sadece saflık olacaktır. Bu firma Çin devletine aittir, dolayısıyla burada Amerika tarafından hedef alınan ülke bellidir.
Peki Huawei niye Amerika’nın hedefindedir? Çünkü bu firma ürettiği ileri teknoloji elektronik aksamlar, baz istasyonları ve 5G ürünlerle bugün 60’dan fazla ülkenin telekom altyapısını eline geçirmiştir. Bu listede ülkemizde bulunmaktadır.
Siber saldırılar çağında yaşadığımızı düşününce bu Çin’in eline geçmiş çok önemli bir silahtır. Tüm bunlara bu firmanın cep telefonu pazarında yakaladığı başarıyla Amerikan iphone firmasını geçmekte olduğununu, Çin’in bilgisayar çiplerine sızdığı haberlerini, yine Çin’in geçtiğimiz yıllarda uzaya gönderdiği uydudan dünyaya kuantum şifreleme ile mesaj göndermeyi başardığını hatırlayalım.
Geçtiğimiz günlerde Çin’den gelen ve ABD ile kuantum silahı yarışına girdiğini gösteren şu haberi de ekleyelim.
Çin´in en büyük savunma sanayii firması CETC “stealth” teknolojisini (savaş araçlarının radara yakalanmama özelliği) yakalayan radar ile artık ABD tehdit altında.
“Bu, savaşın biçimini değiştirecek kuantum fiziğine dayalı yeni bir dizi teknolojiden sadece bir tanesi. Bu teknolojiler stealth uçakları yakalayabileceği gibi savaş alanında iletişimi daha güvenli hale getirebilir ya da denizaltıların fark edilmeden ilerlemesini sağlayabilir. Kuantum fiziğine dayalı bu teknolojilerin geliştirilmesi ABD ve Çin arasında yeni bir kuantum silahlanma yarışının da hızlanmasına neden oluyor…”
Filmle başlamıştık yine filmle bitirelim:
Yürüyen Londra şehri yerleşik yaşayan ve Çin seddi gibi bir duvarla korunan Doğudaki bu şehre doğru harekete geçer. Amacı duvarı yıkıp bu şehri ve yerleşik uygarlığı da talan etmektir.
Ama bir robot tarafından büyütülmüş filmin kahramanlarından biri olan ve yüzünü kırmızı bir poşu ile örten bir kız (kırmızılı kadın imajına dikkat), filmin ikinci yarısında sahne alan kadın mı erkek mi olduğu belli olmayan bir Doğulu birey (cinsiyetsiz temasına dikkat) ve aşağı sınıfta yer aldığı için hor görülen Londra’lı bir erkek, Londra şehrini durdurmak için el ele verirler.
Londra şehri, Doğunun (Çin seddi gibi olan) duvarına kadar gelir. Londra yağmacı şehrinin zirvesinde yer alan St Paul katedralinin kubbesi açılır, içinden yılan görünümlü bir kuantum silahı çıkarak duvarı hedef alır ve vurmaya başlar.
Filmin sonunda ne mi oldu?
Ömrümüz vefa ederse hep birlikte göreceğiz…