Hz İsa der ki;
Diğer insanlardan ve kendinizden önce beni düşüneceksiniz. Hitler’in Nazi partisinin de üyelerinden isteği “Anne, baba, kardeş ve hatta kendi canlarından önce Nazi Partisi ve hedeflerini düşünmeleriydi. Bu bir anlaşma, bir yemindi. Ama asıl çalışma gizlidir ve gizlice yayılır. Örgütünüz ne kadar gizli olursa nüfuzu o kadar derin olur.”
Yirmili yaşlarında bir arkadaşının aracılığıyla kendisini gizli bir Hristiyan örgütün içinde bulan gazeteci Jeff Sharlet’in “The Family” (Aile) ve “C Street” (C Caddesi) kitaplarından esinlenerek çekilen Netflix belgeseli bu sözlerle başlıyor.
Yazarın hasbelkader içine düştüğü “Aile” isimli gizli Hristiyan köktendinci örgüt, 80 yıldan uzun bir süredir herkesin gözleri önündedir ama varlığını saklayarak çalışmaktadır.
“Dougles Coe” tarafından yönetilen örgüt “kardeşlik” bağıyla birbirlerine kenetlenmenin gücüyle dünyayı değiştiren liderleri (Hitler, Lenin, Bin Laden vb.) Hz. İsa ile karşılaştırarak gücü fetiş bir şekilde ele almaktadır.
“Aile”, içinde Kongre üyeleri, Senatörler, dünya liderlerinin olduğu inanç temelli bir örgüt gibi görünse de gerçekte amacın güç devşirmek olduğunun herkes farkındadır. Bakış açısına göre kimi bu örgütün masum bir dini grup olduğunu iddia ederken, kimi de kilise ve devleti ağına düşüren bir yapı olduğunu iddia etmektedir.
2002 yılında bu örgütün Washington DC civarındaki evinde bir ay kalan Jeff Sharlet kamuya kapatılmadan önce örgütün arşivinde yoğun bir araştırma yapar. 2008 yılında “Aile” kitabını yazdığında örgütün teolojisini politik güç ve serveti fetiş hale getiren “elit köktendinciliği” olarak tanımlayan Sharlet, örgütün Amerika içinde ve dışında işçi hareketlerine karşı çıktığını ve ekonomi de serbestliğin “tanrı isteği” olarak görüldüğünü belirtir.
HRİSTİYAN MAFYA
Geçmişi 1930’lu yıllara dayanan örgütün diğer örgütlerin tersine görünür ya da tanınır olmak gibi bir arzusu yoktur. Tersine örgütün lideri “ne kadar görünmez olursanız o kadar etkili olursunuz” diyerek durumu açıklamakta ve kendilerine “Hristiyan mafya” demektedirler.
İncil’de bulduklarını söyledikleri serbest piyasa (Laissez fair) ekonomisini “İncil kapitalizmi” adıyla savunarak ideolojisinin temelini atan grup daha sonra Amerikan yayılmacılığına evrilerek ülkenin dış ilişkilerinde aktif rol almaya kadar soyunur.
Örgüt, Hristiyanların 2000 yıldır fakirlere, zayıflara, acı çekenlere yardım/misyonerlik gibi yanlış yerlere odaklandığını düşünür. Tanrı bir çeşit vahiy yoluyla onları yeni bir metoda yani güçlülere, gücü elinde bulunduranlara misyonerlik yapmaya yönlendirmiştir.
Hal böyle olunca grup kongre üyelerine, komutanlara, işadamlarına, politikacılara, başkanlara yönelmiştir. İş bu kadarla kalmamış yabancı ülkelerde liderler yetiştirmek ve konumlandırmaya kadar gitmiştir. Örgütten bıkan bir Amerikan hükümet yetkilisi, bu grubun hesap verme sorumluluğu olmayan “gölge Dışişleri Bakanlığı” gibi çalıştığını belirtmiştir.
Ortaya çıktıktan sonra örgütün en çok tartışılan olayı Uganda’da yaşananlar olmuştur. Gazeteci Sharlet, örgütün yönlendirmesi ile Sovyet etkisinden uzaklaşmak için Uganda’nın 1986’dan sonra Amerikan yörüngesine girdiğini söyler. Bu etki ile sağ politikalara yönlenen Uganda devleti basını susturur, muhalifleri hapseder ve toplumu her geçen gün daha fazla Amerikan stili “Hristiyan sağın” etkisine açar.
Kültür savaşının Uganda’ya ihraç edildiğini anlatan Sharlet’e göre bu etki o kadar artmıştır ki bir tür Frankeştayn yaratılmış, Hristiyan sağın Amerika’da aklından bile geçirmeye cesaret edemeyeceği şeyleri Uganda hükümeti yapmaya başlamıştır. Örgütün kontrolünde olan Ugandalı politikacılar kültür savaşı fikrini o kadar benimsemişlerdir ki işi homoseksüellerin idamı için kanun çıkartma teklifine kadar götürmüşlerdir.
Amerikan Hristiyan sağının homoseksüellik karşıtı, kürtaj karşıtı görüşleri ve hükümeti neredeyse ortadan kaldırmayı amaçlayan ekonomik modellemeleri bilinmektedir. Bu isteklerini Amerika gibi büyük nüfuslu ülkelerde hayata geçirmesi mümkün olmayan örgüt için Afrika’nın küçük ülkeleri eşsiz bir laboratuvar gibidir.
Birkaç tane Amerikalı senatörün küçük Afrika ülkelerinde büyük etkiler yapabildiğini anlatan yazar Sharlet, Amerika’da geçiremedikleri yasaları bu ülkelerde geçirmeye çalıştıklarını, ülkeleri test sahası olarak kullandıklarını anlatır.
YENİDEN DİRİLİŞ
Aslında yapmak istedikleri şeyin mantığı basittir. Eğer Afrika, Orta Asya ve hatta Avrupa’da ülkeleri istedikleri gibi şekillendirebilirlerse, kendi deyimleriyle yeniden diriltebilirlerse, bir süre sonra içeriye dönüp “bakın tüm dünya işleri bu şekilde yapmak istiyor” demektir.
Yani amaç, merkezi değiştirecek gücü olmadığı için önce çevreyi değiştirmek, ardından da çevrenin baskısını merkezin üzerine aktararak merkezi değiştirmektir.
1970’lerin sonunda herkesi hazırlıksız yakalayan Amerikan Hristiyan sağının iyice güçlenmesinde de bu model etkili olmuştur. Doğrudan Amerikan başkan adayı çıkartmaya çalışmayan Hristiyan sağ, önce yerel okul yönetimleri, şehir konseyleri gibi kimsenin oy vermek için seçimlere gelmeyeceği küçük yerlere talip olmuştur. Buralarda organize olarak sistemini kuran hareket daha kimse ne olduğunu anlayamadan inanılmaz bir oy toplama makinasına/düzeneğine sahip olmuştur.
Yazarın anlatımlarından örgütün özellikle “Orta Asya cumhuriyetlerini” hedef aldığını anlıyoruz. Bu ülke rejimlerini Amerikan Doları ile güçlendirerek Amerikan etkisini istemeyen radikal İslamın ortadan kaldırılmasını amaçlayanların üç ana hedefi bulunmaktadır.
*Radikal İslamla savaş,
*Bu ülkeleri Amerikan yatırımına aç (mesela Koch Endüstri gibi enerji devlerine)
*Amerikan Hristiyanlığını götür.
Amerikan kapitalizmi ile örgütün inandığı Hristiyanlık versiyonu birbiriyle o kadar bağlantılıdır ki Amerikan Dolarının girdiği ülkeye ardından Amerikan Hristiyanlığı zaten girecektir. Dolayısıyla Amerikan modeli iş yapanların bir süre sonra Amerikan modeli tanrı inancı kaçınılmaz olacaktır.
En azından örgütün hayali Müslüman ülkelerin bu şekilde dininden döndürülmesidir.
Yıllar sonra Küreselci Netflix’in Amerikan sağı ve Trump ile savaşına malzeme yaratmak için yeniden ısıttığı konu Müslümanların bu işte meze olması dolayısıyla çok önemlidir ve bu vesileyle tekrar gündeme alınmalıdır.
Ama birkaç konuya dikkat çekmeden yazıyı bitirmeyelim.
FETÖ’nün Orta Asya Cumhuriyetinde yaptıkları işte tam bu adamların amacına hizmettir. Okullarında İngilizce eğitim vererek Amerikan kültürünü yaymış, varlıklı ve gücü elinde bulunduran özellikle politikacı ve iş dünyasında önemli ailelerinin çocuklarına çengel atmış, onları devşirmiş, gücü eline alacak yeni nesli ele geçirmiştir.
Yoksul ailelerin çocuklarını ise gerçek ailelerinden kopararak Amerikalı “Aile” nin çocukları haline getirmiştir.
Diğer konu ise Trump’ın “eski” danışmanı Steve Bannon’un Avrupa’da Hristiyan sağı örgütlemesidir ki bu model tamamiyle “Aile” nin modeli ile örtüşmektedir. Geçen hafta Bannon’un 2014 yılında, Vatikan’da bir Hristiyan konferansında yaptığı söylenen konuşmayı yazmıştık, tekrar hatırlatarak bitirelim:
“Çok kanlı ve acımasız bir savaşın eşiğindeyiz. Kilise ordusu kurmak zorundayız. Bunu sadece inancımızı savunmak için değil, bizden olmayan herkesle savaşmak ve 2 bin yıldır gördüğümüz bu saçmalıkların kökünü kurutmak için yapmalıyız.”