1992 yılında yapılan seçimleri onların deyimiyle “İslamcı” FIS partisinin kazanması sonrasında iptal ederek ülkeyi iç savaşa sürükleyen Cezayir’in Fransız beslemesi yöneticileri aslında “İslam ve demokrasi” konusunda önemli bir işaret fişeğini de ateşliyorlardı.
Çok kanlı bir iç savaş başlamış, Müslüman halkın kurduğu kendini savunma örgütlerini ikiye bölmeye başaran sistem, içine sızdığı GIA gibi sözde İslamcı direniş örgütleriyle FIS mensuplarını öldürüyordu. Dehşete düştüğümüz kafa kesme olaylarını ilk olarak o zamanlar yaygın olarak duymaya başlamıştık.
Yine aynı dönemlerde Avrupa’nın ortasında Boşnaklar, AB’nin yardımlarıyla Sırp ve Hırvatlar tarafından canlı canlı kesilirken başka bir işaret fişeğini ateşliyorlardı.
İslam’ın demokrasi yoluyla iktidara gelme şansı kapalıydı ve Batının içinde Müslümanlara yer yoktu.
Haliyle, 1996 yılında Refah partisinin Türkiye’de iktidara gelmesi onlar için tam bir şok olmuştu ama senesini doldurmadan Türkiye’de yerleşik besleme yöneticileri aracılığıyla da bu sorunun da üstesinden gelmişlerdi.
En azından bir süreliğine.
2001 yılı 11 Eylül saldırıları sonrası Afganistan ve Irak’a yapılan Amerikan Haçlı seferlerini, 2002 yılında Ak partinin iktidara gelmesini ve ardından 1 Mart 2003’de Türkiye’yi işgal tezkeresinin TBMM’de reddedilmesini, Arap baharını,Arap baharının Arap güzüne çevrilmesini, Irak, Libya, Yemen, Suriye’nin parçalanmasını ve son olarak 15 Temmuz 2016’da Türkiye’yi işgal girişimini hatırlayın.
Biliyorsunuz, 15 Temmuz 2016 işgal girişimi 1. Haçlı ordusunun 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü işgalinin sene-i devriyesinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştı. Haçlı yazar Aguiles’li Raymund işgali şöyle anlatıyordu:
“Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları – ki bunlar en merhametlileriydi – düşmanların kafalarını kesiyorlardı.”
1000 yıl geçse de Batının İslamla savaşı hiç bitmedi ve de bitmeyecek. Çünkü biliyorlar ki yerkürede Batıya ve oluşturulmaya çalışılan yeni totaliteryen tek dünya devleti sistemine felsefi olarak karşı durabilecek tek din İslam ve onun insan odaklı felsefesidir.
Bunun bilinciyle saldırıyorlar, ülkeleri içeriden ele geçirmeye çalışıyorlar.
FETÖ kimin çocuklarını çaldı?
Batıcı kesimin çocuklarını mı yoksa İslami değerleri her şeyin üzerinde tutan dindar kesimin çocuklarını mı?
Şu anda hapis yattığı söylenen ve 100 binli rakamla ifade edilen FETÖ’cüler kimin kaybıdır?
Adını Paganların Mısır tanrıçası ya da namı diğer Masonların dul kadını ISIS’den alan (IŞID’ın İngilizcesidir) ve bizim büyük iş yapmış gibi adını DAEŞ olarak değiştirdiğimiz (ve farkında olmadan ISIS kültünü sakladığımız) IŞID hangi coğrafyayı tarumar etti, kimleri öldürdü, kimin çocuklarını çaldı?
Hristiyanların mı, Yahudilerin mi yoksa Müslümanların mı?
Ya PKK/PYD/YPG/SDG vb bilumum örgütler kimin çocuklarını çaldılar, kimleri öldürdüler?
Hatırlarsınız, gizli bilgileri sızdırdığı için kaçarak Rusya’ya sığınan Amerikalı eski NSA çalışanı Edward Snowden, IŞID’in arkasında ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı olduğunu, IŞİD’in bölgede İsrail’in güvenliğini tesis ettiğini, amaçlarının dünyadaki bütün terörü “eşek arısı yuvası” adlı bir strateji ile bir araya getirmeye çalışmak olduğunu söylemişti.
2017 yılında kaleme aldığımız bir yazıda bir romandan bahsetmiştik ve şunları yazmıştık:
“Müslümanlara karşı sevgi duymakla suçlanamayacak bir yazar olan Amerikalı eski özel kuvvetler askeri Ben Coes, Haziran 2016 yılı basımı “First Strike” (İlk vuruş) romanında ilginç bir IŞID portresi çizmektedir.
Romanın başında buluşan İngiliz ve Amerikalı istihbarat yetkilileri Rand’ın hazırladığı “cihadın son durumu” konulu bir raporu tartışmaktadırlar. Bu rapora göre “radikal İslam” her yerde güç kazanmaktadır ve ne yaparlarsa yapsınlar önüne geçilememektedir. Hatta ABD’nin maddi kaynak ayırıp askeri birlikler gönderdiği, okullar yaptırdığı, gıda programları uyguladığı yerlerde “radikal İslam” daha da güçlenmektedir.
Bunun için ABD’li istihbaratçılar bir plan yapmıştır ve planı İngiliz meslektaşlarıyla paylaşarak onların bu konuda görüşlerini almak isterler.
Romanın bir sonraki sahnesinde Amerikalı istihbaratçılar Mısır’ın devrik başkanı Mursi tarafından radikal görüşleri yüzünden görevinden alınan eski bir kabine üyesini Mısır hapishanesinde ziyaret ederler.
Amaç bellidir ve bu adama büyük finansal kaynaklar ayrılarak, gelişmiş askeri techizatlar ve propaganda makinası hizmetine verilerek bir terör örgütü kurdurmaktır. Bu örgüt bütün İslam coğrafyasında diğer örgütleri bitirerek ya da yutarak kendi egemenliğini kuracak ama ABD ve onun İsrail gibi müttefiklerine ve çıkarlarına ilişmeyecektir. ABD’nin son hedefi Ortadoğu’dan çıkmaktır ve arkasında kendi çıkarlarına zarar vermeyecek bir yapı bırakmak istemektedir. Bu işi için kurulacak örgüte savunma bakanlığının gizli bütçesinden 2 milyar dolar ayrılır. Kongrenin ayrılan bu bütçeden haberi yoktur.”
Romanın yazarı daha ne desin, daha nasıl anlatsın?
Amerikanın IŞID ve PKK/PYD terörünü İslam coğrafyasında yıkım yapması için örgütlemekle görevli özel temsilcisi Brett McGurk 13 Temmuz 2017’de 30 ülke koalisyonunun IŞID karşıtı verdiği sözde mücadele için “dünya böyle bir savaş görmedi” diyerek aklımızla alay etmişti.
Dünya ordularının sözde yıllarca yenemediği “büyük düşmanı” Türkiye’nin bir kaç haftada etkisiz hale getirmesi üzerine ABD’nin IŞID komutanlarını apar topar helikopterlerle toplayarak başka yerlere nakletmek zorunda kalışının görüntüleri dünya medyasına yansımıştı.
Batı ileride kendisine problem olacak Müslüman gençleri IŞID saflarına katılmaya teşvik etti, silahlarıyla Avrupa havalimanlarından Türkiye’ye gelen uçaklara binmelerine bile izin verdiler. Snowden’in deyimiyle Suriye’de “eşek arısı yuvası” kuruldu ve Avrupa’ya uyum sağlayamamış yaban eşek arısı Müslüman gençler bu bal tuzağına telef olmaya gönderildi.
11 Eylül 2001’in hemen öncesi adeta gelmekte olanı bilen birilerinin “Hizb-ut Tahrir” aracılığıyla Londra üniversitelerinde nasıl adam devşirdiğine bizzat şahit olmuş, ısrarla bizi devşirmeye çalışanlardan kurtulamayacağımızı anlayınca “İngiliz istihbaratına çalışmak istersek doğrudan başvuru yaparız” demiştik.
Sonrasında bir daha rahatsız eden olmamıştı.
“Acaba o saf Müslüman çocuklardan kaç tanesi daha sonra El Kaide ya da IŞID saflarında can verdi” diye zaman zaman aklımıza gelir, üzülürüz.
PKK’yı FETÖ ile eş zamanlı kullanabilen, El Kaide’den IŞID’ı türetebilen, Müslümanı Müslümana cihat yapıyor zannıyla öldürtebilen Batının şeytani kafasıyla mücadelenin yolu dağlar değildir.
Galiba Hasan Turabi söylemişti; “Batının yapmak istediği elimizden kalemi alıp bizi dağlara çekip kimsenin görmediği yerlerde rahat rahat bombalarla öldürebilmektir.”
Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de ve daha nice İslam coğrafyasında olan tam da bu değil midir?
Arap baharı 2010 yılında başladığında Batının kukla liderleri teker teker devriliyor yerine dindar hükümetler geçiyordu. İşte o sıralarda çıktı kafa kesen “İslamcı” terör örgütü “IŞID”. Arap baharı – Arap güzüne döndürülüp eski diktatörlerin yerine geçen İslamcıların yerine yeniden Sisi gibi yeni diktatörler geçirilirken halkların adeta “IŞID” suçluluğu duygusuyla fazla tepki göstermemesi sağlandı.
IŞID liderliğinin ortadan kaybedildiği bu günlerde eş zamanlı olarak Arap Baharı 2 seslerinin yükselmesi, tüm coğrafyayı ayağa kaldıran gösterilerin olması sizce tesadüf müdür?
Daha önce de söylediğimiz gibi;
Hikayeyi kontrol eden dünyayı kontrol eder…