Bu yılın çok hızlı geçmesini bekliyorduk ama daha ilk günlerden bu kadarını da tahmin etmemiştik.
Kanal İstanbul projesi ve Libya tezkeresi Türkiye gündemini işgal ederken, Suriye-Rusya koalisyonu tüm anlaşmaları hiçe sayarak İdlib’i bombalıyor, yüzbinlerce Suriyeli mülteciyi Türkiye sınırına gönderiyor.
Rusya’nın Türkiye’ye verdiği mesajlar çok açık.
“Amerika ile çok yakınlaşma, Libya’da bizimle dalaşma.”
Rusya bunları yaparken Amerika boş mu duruyor?
Elbette hayır.
Trump – Erdoğan telefon görüşmesi sonrası Beyaz Saray’dan “Başkan Trump, dış müdahalelerin Libya’daki durumu karmaşık hale getirdiğine işaret etti” şeklinde açıklama geldi.
Klasik bir Amerika – Rusya düşman “kardeşliği”.
Geçen hafta da kendilerini “birinci ülke” zanneden Kremlin sözcüsü Peskov’un “üçüncü ülkelerin Libya’ya müdahalesinin krizin çözümüne katkı sunmayacağı” şeklindekiyüksek görüşlerine şahit olmuştuk.
Arap Birliği ise zaten bildiğiniz gibi. Onlar için sadece Türkiye işgal gücü, Batı ordularının bombaları damaklarında Noel babanın kızağından atılan hediye tadı bırakıyor olmalı.
Türkiye Libya’ya asker gönderme tezkeresini TBMM’den geçirirken İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs‘tan kendilerinde karşı hamle geldi. İsrail’in doğal gazını Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşımaya amaçlayan ve kamuoyunda EastMed (Eastern Mediterannean) diye bilinen proje için 3 ülke arasında anlaşma imzalandı.
Amacın ne olduğunu söylemeye gerek yoktur herhalde. Olmayacak bir iş, yani “Türkiye’siz bir boru hattı rotası” oluşturmak için anlaşma yapıyorlar.
Gerçek amaç nedir?
Bize sorarsanız Türkiye ile pazarlık masasına daha güçlü oturabilmektir.
Eastmed rotasının Libya – Türkiye mutabakatı ile zaten kapandığı aşikardır. En azından Hafter güçleri Libya’da yönetimi ele geçirmediği sürece.
İki hafta önce “Akdeniz çıkışına Çin seddi” diyerek zaten konuya vurgu yapmıştık.
Bu mutabakata Batının cevabı hemen Somali’den geldi. Somali’de kurdukları terör örgütü Eş Şebab bomba yüklü kamyonla düzenlediği saldırı ile aralarında Türk vatandaşlarının da olduğu 80’den fazla kişiyi öldürdükten sonra konu net olarak anlaşılsın diye sözcüleri aracılığıyla şu mesajı verdiler.
“Türkiye vatandaşlarını hedef almıştık, ölen onlarca Somalili için özür dileriz.”
Bu kadar açıklar anlayacağınız.
Diğer yandan Rusya İdlib’de taş taş üstünde bırakmazken kardeşi Amerika’da İran’ı Irak üzerinden vurmayı hızlandırdı. Daha geçen hafta “Çin – Rusya – İran” ortak deniz tatbikatı konuşulurken bu hafta Amerikan uçakları Irak’ta İran’ın vekalet savaşlarında paralı askeri gücü Haşdi Şabi ve Hizbullah’ı vuruyordu.
Bu olaydan sadece birkaç gün önce İsrail Genelkurmay Başkanı Kohav “İran ile sınırlı çatışma ihtimali mevcut ve bunun için hazırlanıyoruz” demişti.
“İsrail – İran” ikilisi de tıpkı “Amerika – Rusya” ikilisi gibi birbirlerine çok düşman “kardeştirler”.
Yedikleri içtikleri ayrı gitmez bunların. Ne zaman sıkışsalar vekil savaşçıları aracılığıyla birbirlerine birkaç füze gönderirler, gündem değişir, sıkışmalar aşılır.
Tıpkı İran’ın ekonomik sıkışmışlığı ile Netanyahu’nun rüşvet soruşturması ile başlayan ve koalisyon kuramaması sonrası erken seçime giden politik sıkışmışlığı gibi.
Malumunuz, Amerika’nın İran milislerini Irak’ta vurmasına İran’ın cevabı çok sert oldu. Amerika’nın dünyadaki en büyük elçiliği olan Bağdat elçiliği “Irak halkının” saldırısına uğradı.
ABD’nin Haşdi Şabi’ye bağlı Hizbullah Tugayları’na yönelik hava saldırılarını protesto eden göstericiler elçiliğin dış duvarını yaktı. ABD Başkanı Donald Trump, saldırıyla ilgili olarak İran’ı suçladı.
Trump’ın konuyla ilgili açıklamaları ise ilginçti.
İran’la yaşanan gerilimin savaşa dönüşme ihtimali olup olmadığıyla ilgili soruya “İran’la savaş istemediği ve böyle bir şeyi öngörmediği” yanıtını verdi:
“Bunu ister miyim? Hayır. Ben barış olsun isterim. Ben barışı seviyorum. İran da barışı herkesten daha fazla istemeli. Dolayısıyla böyle bir şey olacağını sanmıyorum.”
İngiliz BBC konuyu özetlemiş:
“2020’de yapılacak başkanlık seçimlerinde bir kez daha aday olan Trump, yurt dışındaki Amerikan vatandaşlarına yönelik saldırıların oyları etkileyebileceği endişesiyle bir tweet daha atarak Bingazi’de yaşananları hatırlattı ve bu olayların kendi yönetimi sırasında Bağdat’ta tekrarlanmayacağını ifade etti. 2012’de, dönemin Demokrat Partili başkanı Barack Obama döneminde Libya’nın Bingazi şehrindeki ABD Konsolosluğu’na saldırı düzenlenmiş ve konsolos dahil 4 ABD vatandaşı öldürülmüştü. Dönemin Dışişleri bakanı da, 2016’daki başkanlık seçiminde Trump’ın rakibi olan Hillary Clinton’dı.”
Can alıcı noktaları gayet güzel yakalayan BBC’ye biz de katkı vermeye çalışalım.
2020 Amerika Başkanlık seçimlerinin adayı Trump Bağdat elçiliğinde yaşanan hadise ile Libya’da Bingazi konsolosluğunun basılması olayını bağdaştırmışsa da, biraz tarih bilgisi olanların hatırlayacağı şey 1979 İran Amerikan elçiliğinin basılması ve rehineler krizi hadisesi olacaktır.
Hatırlatalım.
“İran İslam Devrimi’nden hemen sonra ülkeden kaçan Şah Rıza Pehlevi’nin ABD’ye tedavi için kabul edilmesinin ardından 4 Kasım 1979’da bir grup İranlı öğrenci ABD’nin Tahran Büyükelçiliği‘ni basarak 52 Amerikalıyı rehin alır. Olay 444. gün sürer ve rehinelerin 20 Ocak 1981’de serbest bırakmasıyla son bulur.”
Ama şeytan ayrıntıda gizlidir.
Bu işgal ve rehin alma olayı Amerikan başkanlık seçimlerine yaklaşık bir yıl kala gerçekleşmiştir. Başkanlığının I. dönemini tamamlayarak II. dönem için aday olan Demokrat partili Başkan Carter’ın rakibi Cumhuriyetçi Reagan’dır.
Amerikan vatandaşlarının İran’da bir yıldan daha uzun bir süre rehin kalması krizinde Başkan Carter’ın çaresiz ve zayıf gözükmesi, askeri kurtarma operasyonunun da fiyaskoyla sonuçlanması Başkan Carter’ın sonunu getirir ve seçimi sertlik yanlısı Cumhuriyetçi aday Reagan kazanır.
Sonra ne mi olur?
Reagan’ın yemini ederek Amerikan Başkanlığını devraldığı törenden sadece dakikalar sonra İran elçiliğinde rehin tutulan tüm Amerikalılar serbest bırakılır.
New York Times’ın attığı iki ayrı manşet birçok şeyi anlatmaktadır:
“Reagan 40. Başkan olarak yemin etti: Ulusal yeniden yapılanma dönemi sözü verdi”
“Dakikalar sonra 444. Günlük çilenin ardından 52 Amerikalı rehine özgürlüklerine kavuştu.”
Obama’nın Başkan Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanı olduğu dönemde yaşanan Bingazi konsolosluğu olayına Trump’ın niye atıfta bulunduğu herhalde daha iyi anlaşılmıştır.
Hillary Clinton’ın tekrar Başkan adayı olarak Trump’ın karşısına çıkacağının iyiden iyiye konuşulduğu şu günlerde yine öznenin İran olduğu bir elçilik krizi haliyle tüm tarafların tüylerini diken diken etmektedir.
Hele ki İran’la nükleer anlaşmanın Obama/Hillary Clinton döneminde kotarıldığı ve Trump döneminde çöpe atıldığı düşünüldüğünde.
Hatırlarsanız bizde de Trump’ın deyimiyle bir rehine (Rahip Brunson) krizi yaşanmış ve Amerikan Başkanının olaya tepkisi oldukça sert olmuştu.
Belki bu bağlamda konu daha iyi anlaşılabilir.
2020 Amerikan Başkanlık seçimleri dünya üzerinde hakimiyet savaşı veren tüm güçler için büyük önem arz etmektedir çünkü 2023 yılına kadar tüm dünyada kaos, yeniden yapılanma, ekonomik ve sosyal büyük değişim beklentileri vardır.
Hal böyle olunca dünyanın şimdilik patronu olan ülkede kimin iktidarda olacağı herkes için önem kazanmaktadır.
Bu dönemde düşen uçaklarda, kaza yapan arabalarda, yanan/çarpışan gemilerde/yatlarda kimlerin olduğuna dikkat kesilmek, evlerinin pencerelerinden düşenler ajanlara, intihar eden bankerlere, bürokratlara, gazetecilere, devlet adamlarına ve mikrobiyologlara biraz daha dikkatli bir gözle bakmak gerekmektedir.
Çünkü sanılanın aksine, hakimiyet savaşlarının asıl kanlı safhasına henüz geçilmediğini düşünenlerdeniz.