Ömer Kayani
İnsanların ayarları vardır.
Bir insanın ayarı bozulursa iş (eğer varsa) ailesine düşer. Kahrını çekecek sevenleri olanlar çok şanslıdırlar. Kahırları çekilir ve bakılırlar.
Toplumlarda insan kalabalıklarının biraraya gelmesi ile oluşan yapılar oldukları için aynı şey onlar için de geçerli olmakla birlikte bakma meselesi biraz karmaşıktır.
Toplumun ayarları bozulduğunda kaos ve karmaşa çıkar.
Yanı başımızda ayarı bozulmuş ülkelerin hali ortadadır. Dışarıdan müdahale edilip edilmemesi ayrı konudur. Dışarıdan müdahale edenler her zaman içeride hassas dengede bulunan ayarlara müdahale ederek bu karmaşayı çıkarmışlardır.
Dolayısıyla dışarıdan tazik uygulayan gücü suçlamak doğru olsa da büyük resmi görmeye engeldir.
Meşhur örneği bilirsiniz, Hindistan’ı kolonileştiren İngilizler bu devasa ülkeyi yönetebilmek için Müslümanlarla Hindular arasında durmadan çatışma çıkarırlardı.
Hint mahallesine gece kesik inek kafası bırakıp “Müslümanlar yaptı” dedikodusu yayar ertesi gece Müslüman mahallesinde birisini öldürüp “Hindular intikam aldı” dedikodusu yayarlardır.
Ertesi gün olacakları tahmin edersiniz.
Taraflar meydan muharebesine tutuşur, yeterince insan öldükten sonra İngiliz askerleri gelerek çatışmaları durdurur, “barışı” sağlarlardı.
Bilin bakalım şiddetin durmasına sevinen iki toplumda kime minnet duyarlardı.
Evet, gerçekte çatışmayı başlattığını bilmedikleri cellatlarına.
Bugünlerde yine toplumumuzun ayarları ile oynayanlar bulunmakta.
“Niye yapıyorlar” diye sormak çok gereksizdir.
Çünkü yapabiliyorlar.
Ve yapabiliyorlarsa da emin olun yapmaya devam edeceklerdir.
İçeriden ya da dışarıdan.
Dolayısıyla toplumun ayarlarını, akıl ve ruh sağlığını düzgün tutmak ve bozulmasını engellemek ülkeyi yönetenlerin görevidir.
Şu son 100 senede bunu başarabildiler mi, maalesef buna evet diyemiyoruz.
İsterseniz kendi hayatımızdan bir örnekle açıklayalım.
Kızımız ilkokula başlama yaşına gelince ilk mini savaş evimizde çıktı.
Özel okula mı gidecekti devlet okuluna mı?
Eğer çocuğunuza özel okulları ve özel üniversiteyi bitirdiğinde fanus içinde özel bir hayat, özel bir iş ve hatta özel bir eş bulabileceğinizi düşünüyorsanız ve maddi durumunuzda el veriyorsa durmayın gönderin deriz.
Yok bunları yapamayacaksanız sizin süt kuzusunu devlet okullarından gelen çocuklar hayatın içinde parçalayıp, çiğneyip sonra da tüküreceklerdir.
Dolayısıyla özel okula gitmek ona avantaj sağlamayacak tersine dezavantaj olacaktır.
Ayrıca aynı devlet tornasından çıkmış öğretmenler, aynı müfredatı, aynı kitapları, aynı eğitimi çocuğunuza devlet okulunda bedava verirlerken diğerinde bir servet karşılığı vereceklerdir.
Aradaki tek fark özel okulda çocuğunuzun gereksiz yere pohpohlanması olacaktır.
Kısa keselim, ilk savaşı kazanıp kızımızı mahalledeki devlet okuluna verdik.
Öğretmeni çok açık fikirli, rahat, daha bebek olan bu çocuklara asker disiplini vermeye ve tornadan geçirmeye inanmayan bir hanımdı. Çocukların saat 8’de sınıf kapısında hazır olması gerekmiyordu. Rahat rahat saat 11.00’de bile kızımı sorunsuzca sınıfına bıraktığımı hatırlıyorum.
Öğretmenin bize uymayan tek tarafı aşırı Atatürkçü olması idi ama ev ödevi vermiyor, çocuğu sıkmıyor ve herkese eşit mesafede davranıyordu.
Yani bizim için sorun yoktu, ziyadesiyle memnunduk ama çoğunluğu laik kafa yapısında olan diğer veliler bu öğretmenden hiç hoşlanmamışlardı.
Niye mi?
Ev ödevi vermiyor, test çözdürmüyordu, çocukların geç gelmesine izin veriyordu.
Bu arada “laik tanımlamasını” onlar kendilerini böyle tanımladıkları için yaptık, yani suç bizde değil.
Bir kaç ay sonra öğretmenin özel işleri dolayısıyla okuldan ayrılması gerekti ve yerine başörtülü bir öğretmen atandı.
Bunun üzerine laik velilerimiz kıyameti kopardı, hatta işin müdüre şikayete kadar gittiğini duymuştuk ama nafile çabaydı.
Böyle bir durumda hocayı savunmak biz ve bizim gibi düşünen bir kaç veliye düşmüştü.
Neyse ardından hoca ilk derse girer ve tahmin edin ne olur?
Meğer hocamız bir kolejden gelmiştir, yaptığı süper bir konuşma ve referansları ile bizim burnundan soluyan velilerimiz büyülenirler. Zaten kolejden gelmesi bile yetmiştir. Öğretmenimiz tam da onların istediği gibi tornadır. Ev ödevi yüklemesi ve test çözmeler başlamış, askeriye tarzı saat 08.00’de sınıfta hazır bulunma sistemi geri gelmiştir.
“Başörtülü hoca istemiyoruz” diye alçak perdeden homurdanan veliler gitmiş hepsi bu yeni öğretmenin hayranı olup çıkmıştır.
Biz ise hocanın kabul görmesinden mutlu ama yeni sistemden mutsuz hayatımıza devam ederken 15 Temmuz kalkışması gelir.
Muhtemelen sözü nereye getireceğimizi tahmin etmişsinizdir.
Devletimizin yeniden yaptığı tehdit sınıflamasına göre hocamız ve eşi FETÖ’cüdür. Önce okuldan atarlar 5-6 ay sonra ise hapse.
Üstü ihanet olan hareketin üstü kaçmış, ortası ticaret olanlar ticaretlerine devam ederken devlet babamız altı ibadet olanları yakalamayı her nasılsa başarabilmiştir.
Sonrası mı?
O “başörtülü öğretmen istemiyoruz” homurdanması yapan laik velilerimiz yeni gelen hocayı da beğenememişlerdir çünkü yeni hocamız çocuklara çok adil davranmakta, sınıf programını biraz daha yavaş öğrenenlere göre ayarlamaktadır.
Anlayacağınız, çocuklarını yarış atı zanneden gemi azıya almış hırs küpü velilere bu hocada uymamıştır.
Peki ne yaparlar, biliyor musunuz?
Çocuklarını gizli gizli FETÖ’cü eski hocaya özel ders almaya göndermeye başlarlar.
Hapse girmeden önce hocanın son halini görenlerden öğrendiğimize göre çok aşırı kilo vermiş, hem kendisi hem de kocası işsiz kaldığından geçinebilmek için evindeki neredeyse tüm eşyalarını satmıştır.
Anlayacağınız henüz yargılanamadan infazı yapılmış ve maaşı kesilmiştir.
Vakti zamanında hocayı laik velilerimize karşı savunanlar bu kez çıtlarını çıkarmazken, vaktinde homurdananlar bir şekilde hocaya destek vermekte, hatta düşeni bulmuşken piyasa fiyatlarının çok altında bir meblağla çocuklarına özel ders aldırmaktadırlar.
İşte size neyi, neden, niçin ve nasıl savunduğunu bilmeyen toplumumuzdan kara mizah gibi küçük bir kesit.
Bunları neden anlattık?
Bir iki haftadır geçmişte işe yaramış kırılmaya uygun bazı toplumsal fay hatlarına benzin döküldüğü ve bu fayların hareketlendirilmeye çalışıldığını farketmekteyiz.
Bu gibi durumlarda eski MİT mensubu merhum Prof. Mahir Kaynak hocanın söylediklerini hatırlarız hep.
“Toplumu hareketlendirmeye çalışan ajan provakatörü bulmak istiyorsanız en keskin, en çatışmacı ve heyecanlı konuşanlara bakın.”
Sonra yukarıda anlattığımız ve bizzat başımızdan geçen olayı hatırlayın ve birbirimizi ne kadar tanıdığımızı, şartların nasıl bir anda değişiverdiğini düşünün.
Okul kapısında çocuğunuzun çıkmasını beklerken yandaki çöp tenekesinden rızkını çıkarmaya çalışan okuldaki çocuğunuz yaşındaki Suriyeli, Iraklı ya da Afgan çocuğu aklınıza getirin.
1980 darbesinden önce kandırılıp birbirini vuran sağcı ve solcu gençleri gözlerinizin önüne getirmeye çalışın.
Darbeden önce sağ ve sol diye karşı taraflarda çatışırken, darbe gelince İran’a kaçmaya çalışanları taşıyan trende karşılaşan iki eski dostun hikayesini öğrenin.
“11 Eylül’de (1980) koskoca Türkiye’yi paylaşamadık, 12 Eylül’de birileri geldi 2,5 metrelik hücreyi bize 5,5 yıl paylaştırdı” diyen ve ülkenin en kritik dönemeçlerinden birinde suikaste kurban giden merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu hatırlayın.
Ve sakin olun.
Sakinleşemediyseniz bir sabah vakti gidip mezarlıklarda dolaşın. Zamanında hırslarıyla hareket edenlerin şu anda neler hissediyor olabileceklerini tahayyül etmeye çalışın.
“Savaşı bitirmek başlatanın elinde değildir” cümlesini her gün göreceğiniz bir yerlere yazın.
Nefret tüccarlarının etrafa döktüğü benzine kıvılcım olmayın.
Yangın çıktığında ateşin size dokunmayacağı yanlış hesabını yapmayın…