Ömer Kayani
2016 yılının Mayıs ayında “Mısır’ın Mistralleri ve Akdeniz’in Laneti” başlıklı bir yazı kaleme alarak Mısır’a Fransa tarafından satılan 2 tane Mistral sınıfı havuzlu çıkarma ve helikopter gemisine dikkat çekmiştik.
Olayı unutanlar için hatırlatalım.
2011 yılında Fransa ile Rusya arasında yapılan antlaşma ile 2 Mistral sınıfı havuzlu çıkarma ve helikopter gemisi Rusya için üretilmeye başlanmış ama Ukrayna krizinin ardından Fransa teslimatı askıya almıştı. Bunun üzerine Rusya kendisi için üretilen Mistral sınıfı gemilerinin yabancı ülkelere satışını yasaklamıştı. Rusya Devlet Başkanı Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Hollande 5 Ağustos 2015 günü yaptıkları telefon görüşmesinde, iki ülke arasında imzalanan ve 2 Mistral savaş gemisinin teslimatını öngören sözleşmenin sona ermesi konusunda anlaşmış ve Fransa 900 milyon Euro’luk tazminatı Rusya’ya ödemişti.
Rusya’nın rızasının alınmasından sonra Fransızlar Mısır ile anlaşma yaparak bu iki gemiyi Mısır’a satmışlardı.
Gemileri alan Mısır birine “Cemal Abdülnasır” diğerine de “Enver Sedat” isimlerini koyarak İsrail’e karşı iki savaş kaybeden iki eski Devlet Başkanlarını “onurlandırmışlardı”.
Bu gemiler Rusya kendi silah sistemlerini takacağı için çıplak yani silah sistemleri takılmadan üretilmişlerdi. Dolayısıyla Mısır gemileri silahsız olarak almıştı ve bu gemiler yüzen hedef tahtası gibiydiler.
2017 yılında Fransa ile Mısır’ın birlikte yaptığı Kleopatra askeri tatbikatına katılan bu gemilerin güvertelerinde AN/TWQ-1 Avengers gibi kamyon üzerine konuşlu füzeler görülmüş ve gemilerin güvenliğinin bu şekilde sağlanmaya çalışıldığı anlaşılmıştı.
Milyar Dolar verilen helikopter/ uçak/çıkarma gemilerinin kamyon konuşlu füzelerle korunması size komik gelmiş olabilir.
Silah sistemlerinde Batıya bağımlı olmanın Müslüman ülkeleri içine düşürdüğü komik durum maalesef böyle işte.
Her neyse asıl konumuz bu değil.
Geçen hafta Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “Türkiye’nin tüm kurallara aykırı davranarak ve birçok Avrupa ülkesinin çıkarlarını çiğneyerek Libya hükümeti ile anlaşmalar yapması, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin egemenliğine saygı göstermemesi ve Libya’da yürüttüğü siyaset uluslararası hukuka aykırıdır. Türkiye Libya’da tehlikeli oyun oynuyor” demişti.
Fransa Devlet Başkanı Macron ile neredeyse eş zamanlı olarak sahne alan Mısır’ın darbeci Başkanı Sisi ise geçen hafta “Mısır’ın gerek duyulması halinde ülke sınırları dışında askeri bir görevde bulunabileceği” mesajını Libya – Mısır sınırında vermiş “Artık gerek kendimizi savunma açısından gerek Libya’da seçilmiş tek meşru otorite olan (Tobruk’taki) Temsilciler Meclisi’nin talebi üzerine olsun Mısır’ın (Libya’ya) yapacağı herhangi bir doğrudan müdahale uluslararası meşruiyet kazanmıştır” diye konuşmuştu.
Diğer tarafta ise Rus yetkililer savaşın başından beri paralı askerleri vasıtasıyla destekledikleri Hafter’i son dönemde aldığı ağır yenilgiden kurtarmak amacıyla Haziran ortasında Türkiye’ye gelip Libya meselesini görüşeceklerdi.
İstediklerini alamayacaklarını anlayınca gelmemeyi tercih etmişlerdi.
Görüldüğü gibi Akdeniz hakimiyet savaşında önem kazanacak Mistral tipi gemileri veren Fransa, rıza gösteren Rusya ve alan ülke Mısır aynı karede Türkiye karşıtı koalisyonda ne kadar şeker poz veriyorlar, değil mi?
Mısır’a bu gemilerin verildiği tarihten kısa bir süre önce Türkiye’nin başlattığı TCG Anadolu uçak gemisi projesinin de başlamış olması manidar değil mi?
İspanyol Juan Carlos havuzlu çıkarma gemisi model alınarak üretimi devam TCG Anadolu ile Mısır’ın gemilerinin benzerliklerini bulmayı size bıraktıktan sonra soralım:
Akdeniz hakimiyet savaşı planlarında karşımızda yer alacak ülkelerin uzun vadeli projeksiyonları fazlasıyla sırıtmıyor mu?
Yakın tarihi İsrail’e karşı giriştiği her savaşı kaybetmekle dolu olan Mısır’ın devlet erki darbeyle devrilen merhum Devlet Başkanı Mursi zamanında planlandığı gibi Türkiye ile birlikte hem Akdeniz’i hem de dünyanın en stratejik su yolunu ters bir hilal ve ortasında Kıbrıs gibi bir yıldızla kontrol edebilecek iken kendilerini Batının, Rusya’nın ve İsrail’in piyonu konumuna indirgiyorlar.
Yazık ediyorlar.
Bakın 4 sene önceki yazımızda neler yazmışız:
“Şimdi bir Akdeniz düşünün. Fransız malı helikopterli çıkarma gemileri olan bir Mısır, AB ve ABD’nin kim önce işgal edecek yarışı yaptığı bir Libya, bölgede dolanan ABD ve Rus donanması, güçlü bir donanma kurmaya çalışan Kıbrıs Rum kesimi, parasını Suudi Arabistan’ın ödeyeceği 3 milyar dolarlık Fransız silahı alacak bir Lübnan (her ne kadar Suudi Arabistan Lübnan hükümetinin Hizbullah’a yakın durması nedeniyle bu silah ticaretini iptal etse de bir göstergedir), içten içe kaynayarak yönünü bulmaya çalışan bir İsrail, İsrail’in Güney çıkış noktasında Mısır’ın iki adasını satın alan Suudi Arabistan, kendi havuzlu çıkarma ve uçak gemisini inşa eden Türkiye ve uzun süre sessiz kaldıktan sonra son birkaç haftadır delirmişçesine etrafa tehditler yağdıran, 3. Dünya savaşından bahseden bir İngiltere.
Bu resim bizi nereye götürür?
Bölgede bu kadar havuzlu çıkarma gemisi nereye çıkartma yapacaklar?”
Yıllar önce sorduğumuz sorular bayağı bir şekillenmeye başlamış olsa bile ilk silahın atılmasını bekler gibi bir hal var tüm Akdeniz kıyılarında.
Yunanistan cürmüne bakmadan Türkiye’yi yakmakla yıkmakla tehdit ediyor, Güney Kıbrıs Rum kesimi her gün AB’nin kapısında elinde Türkiye’yi şikayet dilekçesiyle bekliyor, Lübnan ekonomisi iflas etmiş bir şekilde halk bankaları ateşe veriyor, İsrail kurulup bozulan hükümetler ve seçimlerle içten içe kaynamaya devam ediyor, İngilizler sessiz ve derinden Hong Kong’dan Ürdün’e kadar tüm dünyayı karıştırmaya devam ediyorlar.
Tüm bu haber kalabalığı içinde zamanlama itibariyle en ilginç ses ise son dakika haber olarak Filistin’den geliyor.
Filistin‘in Ankara Büyükelçisi Faed Halid Abd Mustafa “ Tüm alanlardaki ilişkileri güçlendirmek için çalışıyoruz. Bu ilişkileri geliştirmek için tüm fikirlere açığız. Bu, Türkiye ile EEZ (Münhasır Ekonomik Bölge) anlaşması konusu için de geçerlidir” diyerek yeni bir işaret fişeği ateşliyor.
Malumunuz, İsrail’in yolsuz Başbakanı Netanyahu ile Mavi-Beyaz İttifakı lideri Benny Gantz’ın imzaladığı koalisyon anlaşmasına göre, İsrail Başbakanı 1 Temmuz‘dan itibaren Batı Şeria’daki yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri ve Ürdün Vadisi’nin ilhakını kabine veya Meclisin onayına sunabilecek ki bu bölge Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 30’unu tekabül ediyormuş.
Mübarek yılın 12 ayı ve 365 günü varken bula bula yine 1 Temmuz gününü uygun görmüş coğrafyamızın iblisi Netanyahu.
Ondan 2 gün sonra 3 Temmuz günü ise Mısır’ın darbecisi Sisi yaptığı darbenin yıldönümünü kutlayacaktır muhtemelen.
Onlardan 2 hafta sonra ise biz 15 Temmuz günü yapmayı beceremedikleri darbenin yıldönümünü kutlayacağız.
Malumunuz Temmuz ayı yılın 7. ayıdır ve bu 7 rakamı bazıları tarafından pek sevilir.
ISIS sembolizminden adını alan ve Türkiye’de büyük bir hata yapılarak DAEŞ olarak anılan terör örgütü ile coğrafyamızda başlayan Arap Baharını Arap kışına çevirenler bu Temmuz ayında da rahat durmayacaklardır.
Sadece devletlerin değil, kadim ezoterik yapılarında işin içine dahil olacağı, yıllardır tasarlanan planların sahaya sürülebileceği ve özellikle Türkiye’nin bir dakika bile gözünü kırpmaması gereken bir aya girmek üzereyiz.
2 Temmuz’da Horus’un kaybettiği gözünü tekrar geri kazanacağını zannedenlere “diğer gözünü de çıkarırız” mesajının bu topraklarda ve İslam coğrafyasının tamamında mutlaka verilmesi gerekmektedir.