Ömer Kayani
Kod adı “Akbaba” olan Joseph Turner tabelasında “Amerikan Edebiyat ve Tarih Araştırmaları Derneği” yazan bir kuruluşta çalışmaktadır. Gerçekte ise burası Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA için açık kaynak istihbaratı yapan bir yan kuruluştur.
Çalışanların işi dünyada yayınlanmış casus romanlarını taramak, bunların içinde gizli anlamlar ve mesajlar aramak, senaryolarının gerçekleşmiş operasyonlara ne kadar yakın olduğunu incelemek, varsa sızıntıları keşfetmek ya da rastladıkları güzel fikirleri ileride planlanacak operasyonlarda kullanmak üzere not etmektir.
Okuduğu bir romanı analiz ederek CIA’de üstlerine rapor eden Turner, raporuna cevap beklerken çalıştığı ofis suikastçiler tarafından basılır. Tüm çalışanlar öldürülür ama o sırada tesadüfen dışarıda olan Turner hayatta kalmıştır.
İstihbaratçı eğitimi olmamasına rağmen yıllardır okuduğu romanlardan topladığı bilgiler sayesinde edindiği yeteneklerle bir yandan peşine takılan profesyonel suikastçilere rağmen hayatta kalmaya çalışmakta diğer yandan da olayları çözmeye çalışmaktadır.
70’li yılların başında Amerikalı yazar “James Grady” tarafından yazılan “Akbabanın Altı Günü” romanından uyarlanarak 1975 yılında filmi çekilen “Akbabanın Üç Günü” filminden bahsediyoruz.
Filmde araştırmacı kahramanımız Turner’ın başını derde sokan konu bir romanda olası bir petrol krizi durumunda Ortadoğu’yu işgal etme planını farketmiş ve raporunda yazmış olmasıdır.
Burada hemen bir parantez açarak bir şeyi belirtelim.
Hatırladığımız kadarıyla romanda Turner’ın ortaya çıkardığı konu CIA’nin operasyonlarını finanse etmek için dünya üzerinde uyuşturucu ticareti yapması ama bu işlerde kullandıkları adamın açgözlülük yaparak uyuşturucuyu Amerika içinde de satmaya başlamasıdır. Her nasılsa 1975 yapımı filmde konu değişmiştir ve 1973 Arap petrol ambargosu akla gelince bu değişim/verilen mesaj oldukça dikkat çekicidir. Yine okumak isteyenler için bu romanın Türkiye’de de 1970 li yıllarda “Leş Kargaları” ismiyle basıldığını da not etmiş olalım.
Uzatmayalım, filmin sonunda kahramanımız Turner üst düzey CIA yetkilisine “Ortadoğuyu işgal planımız mı var” diye sorunca şu cevabı alır.
“Hayır bizim sadece oyun planlarımız var o kadar. Eğer olursa, kaç adam lazım, ne kadar ileri gidebiliriz, rejimi istikrarsızlaştıracak daha ucuz bir yol var mı gibi oyun planları. Bize bunun için maaş veriyorlar.”
Ama CIA içinde birileri bu oyun planlarından birisini yetki almadan uygulamak üzereyken Turner’ın okuduğu bir romandan yaptığı analizle benzer bir senaryoyu yazarak üstlerine rapor etmesi komplocuları strese sokmuş, raporu görmüş olabilecek herkesin öldürülme emri verilmiştir.
Filmin sonunda kendisiyle görüşen CIA yetkisiline insanların öldürülmesinin ve ülkelerin işgalinin ahlaksızlık olduğu konusunda ders vermeye kalkan Turner’ın aldığı cevap bu türlerin kafa yapısını anlayabilmek için oldukça önemlidir.
“ Bu basit bir ekonomik muhasebe. Bugün petrol (kıtlığı), 15- 20 yıl sonra gıda, plütonyum. Hatta belki daha da erken. Sence o zaman insanlarımız ne yapmamızı isteyecekler? Soğukta evlerinde yakacak bir şeyleri olmayınca sor onlara. Arabalarının motoru çalışmadığında sor. Açlık bilmeyen insanlara yiyecek bulamadıklarında sor. Biliyor musun, o gün geldiğinde bizden onlara ne yapmamızı istediklerini sormamızı beklemeyecekler, gidip almamızı ve onlara getirmemizi isteyecekler.”
Yine 1970’lerin bu kült filminden uyarlanan “Rubicon” dizisi ise 2010 yılında çekilmiş ve Mayıs ayında yazdığımız “Her komplo bir teori değildir” başlıklı yazımızda bu diziyi analiz etmiştik.
Farkındaysanız yazılarımızda bizim izlediğimiz sistem de romanda CIA tarafından uygulanan metodolojinin bir benzeridir.
Özellikle 80’li yıllardan sonra TV ve sinemanın artan propaganda ve toplumları önden programlayabilme gücünün iyiden iyiye keşfedilmesi ve kullanılmaya başlanması üzerine biz casus kitaplarına (politik kurgu) bu alanı da eklemiş olduk.
Bakın eski Amerikan Başkanı Lyndom B. John 30 Haziran 1966 tarihinde CIA Genel Yöneticiliğine getirilen Richard M. Helms’in yemin töreni sırasında ne demiş:
“ … en belirgin, zaferler, karanlıkta el değiştiren gizli bilgilerin yardımıyla değil, sabırla, hiç bir ayrıntısı gözden kaçırılmaksızın okunan teknik nitelikteki dergilerden elde edilen bilgilerin, bir süzgeçten geçirilmeleri sonucu kazanılır. Bir bakıma CIA uzmanları, Amerika’nın profesyonel öğrencileridir.”
Araştırmanın ve bilginin gücüne daha iyi bir atıf yapılamazdı herhalde.
Gelelim asıl konumuza.
2018 yapımı “Condor” (Akbaba) dizisi bahsettiğimiz bu film (1975) ve dizinin (2010) yeniden uyarlamasıdır.
Turner yine CIA için araştırmalar yapan bir kuruluşta çalışan parlak bir gençtir. Yazdığı bilgisayar programı sayesinde bir Suud vatandaşının Amerika’da bir stadyum dolusu insana karşı yapacağı biyolojik saldırı son anda engellenir.
Konunun peşine düşünce dünyanın farklı noktalarında konumlanmış 12 tane şirketin biyoloik saldırının yaşanacağı günden hemen önce 1 milyar dolarlık hisse senedi aldıklarını farkeder.
Alınan hisse senetleri aşı üreticisi olan büyük ilaç şirketleridir.
Herhalde aklınıza ilk gelen 11 Eylül 2001 saldırıları öncesinde uçaklar kulelere çarptırılmadan önce elden çıkarılan havayolu firmalarının hisseleri olmuştur, değil mi?
Tekrar diziye dönersek sonrası malum, konu CIA’ye gider, ofise baskın yapılır, kahramanımız tek kurtulandır.
Konuyu derinlemesine araştırınca CIA içinde fanatik Hristiyan bir grubun kurduğu komployu öğrenir.
Plana göre Suudi vatandaşı Amerika’da biyolojik silahı 60 bin kişilik stadyumda serbest bırakacak, sonra aynı biyolojik silah hac sırasında 2 milyon Müslümanın tavafı sırasında Mekke’de kullanılacaktır.
Suçlu zaten Amerika’da aynı biyolojik silahı kullanmaya çalıştığı için bellidir. Etrafta kulaklara fısıldanarak yayılacak hikayeye göre bir şeyler ters gitmiş ve “Müslüman teröristler” yanlışlıkla virüsü Hacca getirerek 2 milyon Müslümanı ve uzun kuluçka süresi nedeniyle daha sonra ülkelerine döndüklerinde ailelerini öldürmüşlerdir.
CIA içinde milyonlarca Müslümanı biyolojik silahla öldürmeye çalışan grubun lideri ile onları durdurmaya çalışan grup liderinin karşı karşıya geldiği sahnede yapılan konuşmada verilen mesaj ilginçtir.
“Ya biz bugün onları vuracağız, ya da yarın onlar bizi.”
Peki Amerikalılar bu virüsün ülkelerine de gelmeyeceğinden nasıl emin olabilmektedirler derseniz onun cevabı da dizide verilmektedir.
Komplocu grup için çalışan ve aynı zamanda Pentagon için silahlar üreten bir şirketin sahibi, yani askeri – sınai kompleksin değerli bir elemanı – Pentagon yetkililerine yaptığı sunumda bunun cevabını şöyle vermektedir.
“Dünyanın kaderini 24 saatte değiştirebilecek bir düşmandan (virüs) bahsediyoruz ama bu düşman görünmez değil. Modern tıp bizi bu tür saldırılardan koruyabilecek düzeydedir ama yeterli sayıda insanı, gereken zamanda, gereken yerde ve gereken hızda koruyabilecek altyapı eksikliği vardır.
Bundan sonra toplantı katılımcılarına kendilerinin geliştirdiği, çok hızlı bir şekilde havadan ilaçlama yapabilen gelişmiş İHA’nın tanıtımını yapan şirket sahibi bu yöntemle virüsten rahatlıkla korunabileceğini söyleyerek asıl şeytani mesajını verir.
“Bu İHA istediğimiz kadar büyük bir alanın ya da açıkça konuşmak gerekirse kendi seçtiğimiz kadar küçük bir alanın virüse karşı korunmasını sağlayabilir.”
Haliyle diziyi çok kısaca anlattık, verilen mesajların sadece küçük bir kısmını sütunumuza taşıyabildik.
Malumunuz üzere bu sene Hac farizası “Korona” meselesi yüzünden yerine getirilemeyecek.
Amerika hazırladığı plan kapsamında bir çok ilaç firmasına 1 milyar Doların üzerinde test ve aşı siparişleri veriyor.
Ne diyelim, bazen gerçekle kurguyu birbirinden ayırmak oldukça güç bir hale gelebiliyor.