Ömer Kayani
Nisan ayında bilim adamları Beyaz Saray’a “Kovid – 19 nefes alma ya da konuşma yoluyla bulaşabilir” uyarısında bulunmuştu ve not etmiştik.
Geçtiğimiz hafta ise Sağlık Bakanlığınca “Salgın Yönetimi ve Çalışma Rehberi” güncellenerek yeni başlıklar eklenmiş, kuaför ve marketlerde koronavirüs önlemleri güncellenmişti.
Buna göre güzellik merkezlerinde müşteriler ve çalışanlar mümkünse konuşmayacak, yüksek sesle konuşmaktan kaçınacaktı.
Kırk yıl düşünseniz kimsenin aklına gelmeyecek bir senaryo, değil mi?
Yanıldınız çünkü 2018 ve 2019 yıllarında ilginç bir film furyasına tanıklık etmiştik.
2018 yapımı “Sessiz bir yer” (A Quite Place) filminde dünya yarasa benzeri büyük ve çok hızlı yaratıkların istilası altındadır. Tıpkı yarasalar gibi göremeyen ama inanılmaz bir ses algılama yeteneği olan bu canlılar yüzünden şehirler boşalmış, hayat durmuştur. İnsanlar sessizliğe bürünmüş ve ancak işaret dili ile konuşabilmekte, yeme içme gibi ihtiyaçlarını doğadan kendi elleri ile bularak gidermektedirler.
En ufak bir ses çıkarmanın bedeli bu yaratıklar tarafından anında imha edilmektir.
Yarasa benzeri insan yiyen bu yaratıkların nereden çıktığı anlatılmıyor ve film gösterime 2018 yılında girdiği göz önüne alınınca Çin’in Wuhan balık pazarından gelmiş olma ihtimalleri de bulunmuyor.
SESSİZ KALMAK YETMEYECEK
Serinin devamı olan “Sessiz Bir Yer 2” filmi ”Sessiz Kalmak Yetmeyecek” sloganıyla 2020 Mart ayında gösterime girecekti. Malumunuz Covid-19’un Çin sınırlarını aşıp tüm dünyada hızla yayılmaya başladığı bu ayda filmlere ilgi düşüp bir süre sonra da sinema salonları kapanınca filmin gösterimi ertelendi.
Yapımcılar “kör gözüne parmağım” olmasın diye de düşünmüş olabilirler, kim bilir?
Film önümüzdeki aylarda vizyona girerse “sessiz kalmanın bile artık niye yetmeyeceğini” sizinle paylaşırız inşallah.
2019 yılında gösterime giren diğer bir filmin adı da “Sessizlik” (The Silence) idi. Konu neredeyse yukarıda bahsettiğimiz filmle aynıydı ve yine büyük yarasa benzeri çok yırtıcı yaratıklar ses çıkaran insanlara sürüler halinde saldırarak yiyorlardı.
Dünyada şehirler ve sistemler çökmüş, insanlar vahşi doğada ses çıkarmadan hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Yapımın küreselcilerin “beyni önden programlama” televizyonu Netflix’e ait olduğunu da not etmeden geçmeyelim.
KAFESLENECEĞİNİZİ SÖYLEMİŞLERDİ
2019 yılında Netflix’in bize “armağan ettiği” bir diğer film ise “Kafes” (Birdbox) filmi idi.
Dünyanın her yerinde insanlar uyanık halde hayallerinde gördükleri bazı şeylerden etkilenerek toplu olarak intihar etmektedirler. Bu intihar furyasından etkilenmemenin tek yolu ya evin içinde kalmak ya da dışarı çıktığınızda gözlerinizi sıkı sıkı yumarak ya da bir bezle bağlayarak sizi ölüme sürükleyecek şeyi görmemektir.
Kısaca insanlar kuşlar gibi evlerinde kafese tıkılmışlardır.
Nitekim film gösterime girdikten kısa bir süre sonra da Korona pandemisi vesilesiyle tüm dünya insanları evlerine hapsedilmişti, ne tesadüf değil mi?
Ölmek istemiyorsanız bakmayacaksınız, görmeyeceksiniz, konuşmayacaksınız mesajları totaliteryan bir devlet için “model vatandaş demektir” dediğinizi duyar gibiyiz.
George Orwell’in ünlü “1984” kitabında totaliteryan devletin sloganı olan “özgürlük köleliktir, cahillik güçtür” ya da “düşünce suçu ölümü gerektirmez, düşünce suçunun kendisi ölümdür” söylemlerinde olduğu gibi, filmlerin toplam mesajı, konuşmayacaksın, sesini çıkarmayacaksın, görmeyeceksin şeklindedir.
Ya da eskilerin en kestirme tabiriyle insanlara “kes sesini, otur aşağıya” denilmektedir.
SOSYAL MEDYA KONTROLÜ
Malumunuz sosyaş medyada da benzer bir trend hakim durumda. Facebook, You Tube, Twitter gibi dünyanın en büyük sosyal medya platformları artık açıktan açığa sansür uyguluyorlar, onların uygun gördüğü doğruya ters düşen herkes bu sansürden nasibini alıyor.
Korona hadisesi, bahane vermek babından, bu konuda onların ellerini çok güçlendirmiş durumda. Sözde halkı aldatıcı haberleri sansürlüyorlar ama nelerin aldatıcı olduğuna birilerinin karar verdiği sistemin adının komünizm olduğunu kendilerine hatırlatanlara kulaklarını tıkıyorlar, hatta sansürlüyorlar.
Benzer bir durum hükümetler tarafından da uygulanıyor. Kriz yaratan her hadise özgürlükleri biraz daha kısıtlayabilmek için bahane teşkil ediyor.
Mesela Hindistan Keşmir üzerinden Çin ile yaşadığı çatışmayı bahane ederek 60 sosyal medya platformunu kapatırken aynı sıralarda Amerika’da büyük şirketler Facebook’a reklam vermeme boykotu başlatıyorlardı.
Sebep?
Hatırlayacaksınız, Amerikan polisi tarafından canlı yayında boğazlanan siyahi George Floyd meselesinden sonra Amerika’da ayaklanmalar çıkmış, Trump ise hem Facebook hem de Twitter hesabı üzerinden ortalığı karıştıran mesajlar atmıştı. Bunun üzerine Twitter Trump’ın mesajlarına uyarıcı etiket koymaya başlamış, Facebook ise böyle bir şeye yanaşmayınca “küresel” şirketlerin reklam vermeme boykotuna maruz kalmıştı.
HİKAYEYİ KONTROL SAVAŞI
Yine hatırlayacaksınız, son Amerikan seçimleri sonrası yarışın kaybedeni Hillary Clinton seçimleri Facebook yüzünden kaybettiğini açıklamış, sonraki yıllarda da “Facebook Analytica skandalı” patlak vermişti ki bu konuyu “Hikayeyi kontrol eden dünyayı kontrol eder” başlıklı yazımızda geçen sene ayrıntılı olarak tahlil etmiştik.
Tesadüf bu ya, aynı sıralarda ülkemizde hükümet olan partinin önderliğinde önce “milli hesaplar” adı altında bir toplaşma organize edilmiş, ardından Twitter’ın bu partiye ait olduğu iddia edilen 7 bin 340 trol hesabı kapatması üzerine bu kez de hükümet ve koalisyon ortağı parti tarafından sosyal medya boykotu başlatılmıştı.
İş bununla kalmamış, geçtiğimiz günlerde hükümetin bir bakanına karşı sosyal medya üzerinden yapılan iğrenç bir paylaşım vesilesiyle sosyal medyada kuş uçurtmayacak ve herkesin kayıt altına alınacağı bir yasa hazırlanması gündeme alınmıştı.
Kayıt altına alınmış bireyler üzerinden sosyal medya ile neler yapılabileceğinin ayrıntılarını “Circle” filmi üzerinden geçen sene “Geliyorlar: Daire, Libra, Kara Zümrüdü Anka” başlıklı yazımızda tahlil etmiştik, tekrar etmeyelim.
Şifre “dijitalleşme” deyip geçelim.
Görüldüğü üzere her ülke benzer “küresel” adımları atarken kendi halkının nabzına göre şerbet vermektedir.
Ama bitmedi.
ORMAN YASALARI
Daha muhtemel sosyal medya yasasının tartışması bitmeden Tarım ve Orman Bakanlığı adeta bir orman yasası taslağına imza atarak apar topar bir “Gıda Yasasını” kanunlaştırmaya çalışmaktadır.
Yasaya göre yetkili kurul haricinde kimse hileli gıdalar hakkında konuşamayacaktır.
Yangından mal kaçırır gibi bu yasa ne zaman gündeme gelmiştir?
Trump’ın kendi ülkesinden “Çin’in oyuncağı” diyerek def ettiği “Dünya Sağlık Örgütü” İstanbul’da “alanında tek” bir ofis açma kararı aldığı sırada.
Lafı uzatmadan kanaatimizi söyleyelim.
Gıda yasası, yakında raflarda yerini alacağını düşündüğümüz yeni “suni besinlere” yapılacak itirazları susturabilmek için önden atılmış bir adımdır.
Amerika’dan Çin’e kadar bir çok et çiftliklerinde rapor edilen yeni tip hayvansal hastalıklar Bill Gates ve benzeri şeytanilerin Amerikan market raflarında yerini alan ama insanlara bir türlü tükettiremedikleri bu suni besinlerin önünü açmak içindir.
Tabii bunun için en etkili öncelikli yolun önce bir kıtlık çıkartmak olacağı aşikardır ama o ayrı bir konudur.
Ne demişti “üst akılların” üstadı olan üst akıl?
“Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz insanları kontrol edersiniz.”
Her konuda “üst akıl” arayan sevgili medyamız durum bu kadar ayan beyan ortada iken niye bu konuda bir üst akıl ara(ya)mamaktadır acaba?
Neyse, biz yine de kendilerine Mart ayında kaleme aldığımız “Gölgeleri gücü, virüs ve haber Nazileri” başlıklı yazımızdan bir hatırlatma ile yardımcı olalım.
“Ülkelerin trol orduları ile yönetildiği, savaşların siber saldırılarla yapıldığı, düşmanların karakter suikastları ile yok edilmeye çalışıldığı, seçimlerin Facebook ile kazanıldığı bugünlerde, adil ve bilinçli sesleri kesmek için her şeyin yapılacağı, Korona virüsü, terör saldırısı, doğal felaketler gibi her facianın bir fırsata dönüştürülüp bilinçli insanları sindirmek için değerlendirileceği bir dönemdeyiz.”