ARABULUCU VE DOĞULU LİDERİN PSİKOLOJİSİ

Ömer Kayani

Hükümet partisine mensup eski bir milletvekilinin söylemleri geçtiğimiz günlerde çok konuşuldu. BBC’ye demeç veren eski milletvekili yaptığı özeleştiriye karşılık ödül olarak partisinin disiplin kuruluna sevkedildi.

Peki ama ne demişti bu milletvekili disiplin kuruluna gitmeyi hak edecek kadar?

”15 Temmuz kimyamızı bozdu bizim. İlk aşamada askeri vesayet vardı, adım atamıyorduk. Ne zaman ki askeri vesayeti ortadan kaldırdık, orada yılana sarıldık. İş birliği yaptık. (…) O güne kadar hukuk içinde kalmaya azami dikkat gösteriyorken 15 Temmuz’dan sonra doğrusu panikledik ve olayın vahameti karşısında ancak yargıyı kullanarak başarılı olabileceğimiz kanaatine vardık. Onların yargıyı kullanırken kullandığı bütün taktikleri, araçları, biz kullanmaya başladık, can havliyle.”

Bu satırları okuyunca aklımıza 22 yaşındayken okuduğumuz bir roman geldi. Dile kolay tam çeyrek asır önce okumuşuz.

1989 yılı basımı bu kitabı hatırladığımız kadarıyla biraz anlatalım, bakalım romanın bizde çağrışım yapma sebebine sizlerde hak verecek misiniz?

Sovyetler Birliğinde (bugünkü Rusya), o zaman ki kısa adıyla SSCB’de Mikhail Gorbachev başa geçmiştir ve ülkesini koyu komünizm rejimiden demokrasiye götüren adımları atmaya çalışmaktadır. Aynı sıralarda yeni seçilen Amerikan başkanı da (SSCB Başkanının tersine kitapta hayali bir isim verilmiş) onunla benzer bir kafa yapısına sahiptir.

Her iki lider, sebepleri farklı olsa da silahlanmaya harcadıkları bütçeyi azaltma anlaşması yapma konusunda bir planda anlaşırlar.   

Bununla birlikte karşılarına da çok büyük bir koalisyonu almış olurlar.

Amerika tarafında, Ortadoğu petrollerini tam manasıyla ele geçirmek isteyen Teksaslı petrolcüler, antlaşmadan etkilenerek büyük paralar kaybedecek olan silah üreticileri ile güç birliği yapmıştır.

Amerikalı petrolcüye araştırmacısının verdiği rapor şöyledir:

Sovyet Rusya tarafında ise II. Dünya savaşında yaşadıkları Alman saldırısına yetersiz askeri techizatla yakalanmanın kabusunu ve Afganistan’da yaşadıkları yenilginin utancını üzerinden atamayan generaller vardır. Silahlanmaya harcanacak bütçenin azaltılması en büyük kabuslarıdır ve onlarında  Ortadoğu’da petrol zengini bir ülkeyi ele geçirme planı vardır.

Romanda Rus generale verilen rapor şu şekildedir.

Kısaca Amerikan ve Rus Başkanına karşı Amerika tarafında petrolcüler ve silah lobileri ile Rusya tarafında bazı askerler büyük bir işbirliğine giderler.

Öncelikle Amerikan başkanının altından koltuğu çekilmelidir ama suikast bir çözüm değildir çünkü eski Amerikan Başkanlarından Kennedy öldürülünce bazı şeyler tam ters etki yapmış ve onun geçirmeye çalıştığı ama çok zorlandığı bir çok sivil özgürlük yasası suikastın ardından yaşanan karşı tepki ile hızla Kongre’den geçerek yasalaşmıştır. 

Dolayısıyla lideri öldürmeden koltuğunu bırakması sağlanmalıdır, bunun için de psikolojisi bozulmalı ve yasanın 25. maddesi devreye sokularak akıl sağlığı sebebiyle Başkan görevden el çektirilmelidir. 

Amerikan Başkanının psikolojik profili incelenir ve onu psikolojik olarak çökertecek zayıflığı bulunarak plan yapılır. İngiltere Oxford Üniversitesinde okuyan oğlu kaçırılıp hayatına karşılık fidye istenir.

Bunun üzerine devreye giren CIA operasyonlar müdürü geçmişten tanıdığı dünyanın en iyi “arabulucusu” olarak kabul edilen bir uzmanı parayı ödeyerek rehin alınan çocuğu kurtarması için görevlendirir.

Kimse büyük planın farkında olmadığı için iş sadece fidye karşılığı adam kaçırma olarak görülmektedir.

Arabulucu parayı ödeyip çocuğu teslim almak üzereyden patlayan bir bomba ile Başkanın oğlu ölür. Daha sonra yapılan otopside patlamanın, çocuğu kaçıranlar tarafından kendisine verilen kemere yerleştirilmiş minyatür bir bombanın uzaktan kumandayla ateşlenmesi sonucu yapıldığı ortaya çıkar.

Bombanın yapılan tahlilleri sonucunda ise bunun sadece Sovyet uzay programında bulunan bir tetik mekanizması ile ateşlendiği farkedilince suikastten Sovyet Rusya suçlanır.

Evlat acısının verdiği suçluluk duygusuyla kıvranan Amerikan Başkanı silahsızlanma antlaşmasını imzalamayı reddeder ve yaşadığı travmayla devlet işlerine odaklanamaz hale gelir.

Başkan görevi başında psikolojik olarak adeta yavaş yavaş erimekte, devlet işlerine konsantre olamadığı için herşey aksamaktadır.

Uzatmayalım, iş artık çığırından çıkıp ülke yönetilemez hale gelince kendi kabinesi Başkanı görevden almak üzere harekete geçer. Başkanın oğlunun öldürüldüğü patlamadan beri olayın peşini bırakmayan ve tek başına faiilerin peşine düşen arabulucu  tam Başkan görevden alınacak iken olayı çözer ve suçluları Amerikan Başkanına ifşa etmenin bir yolunu bulur.

Arabulucu sadece planı yapanları bulmakla kalmaz Başkanın kabinesindeki haini de deşifre eder.

Hain Hazine Bakanıdır ve silah endüstrisinin hisse senetlerine büyük paralar yatırmıştır.

Arabulucu onu da kendi elleriyle öldürür.

Kitabın sonunda Amerikan Başkanı televizyonlardan canlı yayında halkına seslenmektedir.

“Bana ulaşamadıkları için oğlumu kaçırdılar. Çok sevgili tek oğlumu. Ve onu öldürdüler. İşte olanlar bunlar. Ama artık her şey sona erdi. Şimdi size söz veriyorum, vatandaşlarım, artık yine bir Başkanınız var.”

Romanda herşey çözülmüş ve mutlu sona ulaşılmıştır ama gerçek hayatta herşey o kadar kolay olmamaktadır maalesef.

Batı elinde tuttuğu küresel medya organları ile son yüzyılda doğulu ve özellikle Müslüman  liderleri çok büyük bir rahatlıkla şeytanlaştırabilmiş, liderlerin dengesini bozabilmiştir. İslam coğrafyasını uzun yıllar fiilen sömürdükleri için bu ülkelerin davranışsal kodlarını zaten DNA’sına kadar bilmektedirler.

En idealist duygularla bile göreve gelen liderlerin psikolojik dengelerini bozacak olaylar kurgulanmış, romanda yaşananlara benzer sonuçlara neden olacak komplolar kurgulanmıştır.   

Doğulu liderlerin uzun iktidarda kalma süreleri ise Batılı komplo teorisyenlerinin ekmeğine adeta yağ sürmüştür ve sürmeye de devam etmektedir.

Şöyle düşünün, bir psikolog sizi 5 seansta mı daha iyi tanıyabilir yoksa 20 seansta mı?

En iyi niyetli tarafından düşünmeye çalışalım.

Doğulu lider batının kendi ülkesinde yapacağı yıpratma politikalarına karşı ülke medyasınının tamamını ele geçirmiş ve tek sesli yapmış olsun. 

O süre zarfında Batı bir üst seviyeye geçmiş ve kontrolü demokratik yollarla neredeyse imkansız yeni bir medya tipine geçmiş oluyor.

“Sosyal medya.”

Yasakladığınız anda ne oluyor?

Batının seneler içinde oluşturduğu “diktatör” tabutunuza kendi elinizle son çiviyi çakmış oluyorsunuz.

Dolayısıyla doğulu liderler ne yaparlarsa yapsınlar içine düştükleri “sazan sarmalında” çırpınıp duruyorlar ve çoğu zamanda bu girdaptan çıkmanın yolunu demokrasiyi daha da azaltmakta buluyorlar.

Yani kendi halklarını bıktırıyorlar ve her 15- 20 senede bir iş geliyor aynı noktaya.

Rahmetli Necmettin Erbakan’ın cımbızlanan sözüyle “kanlı mı olacak kansız mı” ikilemine.

Diyeceksiniz ki “tamam sorunu hepimiz biliyoruz ama çözüm ne?”

Aslında çözüm çok zor değil ve hemen hepimiz biliyoruz. Hatta bazen partiler programlarına bile alıyorlar ama bir türlü sadık kalmayı başaramıyorlar.

Batı, doğulu liderin diktatör algısını bir anda oluşturamıyor ve oluşturmaya kalktığında da başarılı olamıyor.

Belirli bir süre geçmesi gerekiyor.

Dolayısıyla doğu ülkelerinin uzun vadeli planlarını/projeksiyonlarını “kısa dönemli olarak iktidara gelecek liderlerle” yapmasının en makul çözüm olacağını düşünüyoruz.

Uzun bir dönem sonunda Batının diktatör algısını yerleştirdiği bir liderin “hadi benden bu kadar” dediğini düşünün bir kez.

Batılı komplo teorisyenlerinin yaşayacakları şoku tahayyül edebiliyor musunuz?

Haydi sil baştan yeni lidere odaklan, meyvesini yıllar sonra verecek olan şeytanlaştırma projesini sıfırdan başlat.

Ülkenin bu süreçte kazanacağı zamanı sanırız herkes takdir edecektir. 

Unutmadan, merak edenler için yukarıda konu ettiğimiz romanın adı “Arabulucu” ve kitabın yazarı zaman zaman başka kitaplarından da bahsettiğimiz İngiliz yazar “Frederick Forsyth”.

Roman şu paragrafla sona ermişti.

“Hazine bakanı Hubert Reed’in özel cenaze töreni. Reed’in arabasını gece geç vakit Potomac Nehrine sürmesinin esrarı hala çözülemedi.”

Yazımızın başında konu ettiğimiz eski milletvekilinin mülakatı ise şöyle bitmişti:

“Şimdiye kadar mahkemelere, ekonomiye, medyaya müdahale etmişizdir. Bir gün sabah kalkıp “Medya, siz istediğiniz gibi yazın,” ondan sonra hakimlere “kaçmıyorsa tutuklamayın kardeşim zaten cezaevlerinde yer yok” diyemiyorsunuz. Artık bir insan her şeyin doğrusunu ben biliyorum dediğinde, çevresindekilerin ona bir şey söyleme, bir tavsiyede bulunma şansı kalmıyor. Halkımızın, ülkemizin kaderiyle onun kaderi özdeşleşti. Onun başarıları hepimizi etkiliyor, doğru kararlardan hepimiz nimetleniyoruz, yanlış kararlardan da hepimiz zarar görüyoruz.”