SOĞUKTAN GELEN KUSURSUZ CASUS ONLARIN OYUNUNU OYNAMAMIŞTI

Ömer Kayani

Daha birkaç hafta önce “Yakma kutumuzdan çıkanlar 2008 – 2020 ” başlıklı yazımızda kendisinden bahsetmiştik.
Bir kitabının tanıtımında eleştirmen şu notu düşmüştü.
“Her casus yazar olamaz ama her yazar biraz casustur.”
Tüm dünyanın “John Le Carre” müstear ismiyle tanıdığı, bir dönem İngiliz istihbaratına çalıştıktan sonra yazdığı romanlar yüzünden servisten ayrılmak zorunda kalan “David John Moore Cornwell” geçen hafta hayata veda etti.
İnsanın iç dünyasını anlatma gayretinde olan, kişilerin aldığı kararlarda görüneni değil görünmeyeni sergileyen, devlet denen üst yapıların insan hayatına dokunduklarında bıraktıkları umursamaz acıları sorgulayan, olayların kelebek etkisini tüm tarafların gözünden çıplak ve tarafsız bir empati ile en ince ayrıntısına kadar betimleyen bir yazardı.

SOĞUKTAN GELEN CASUS
1963 yılında onu uluslararası üne kavuşturan “Soğuktan gelen casus” kitabı çıkmadan bir yıl önce yazdığı ve ülkemizde “Ölümüne davet” ismiyle basılan (Call for the Dead) kitabında Le Carre’ın efsane kahramanı “Bay Smiley” eski bir arkadaşının intihar gibi görünen ölümünü araştırmaktadır.

Araştırmayı yapan istihbarat görevlisine ölen adamın eşinin söyledikleri, Le Carre’ın devletleri, bürokrasiyi ve istihbarat servislerini kutsayanlara verdiği cevabı gibidir.
“Siz eski bir hastalıktan ötürü acı çekiyorsunuz, Bay Smiley. Başkalarını da tanımıştım. Akıl bedenden ayrılır, başka şeyler düşünmeye başlar. Kendi başına kağıttan imparatorluklar kurar, yine kağıt üzerinde başka insanların mahvını hazırlar. Duygusuzdur. Ama sizin dünyanızla bizimki arasında her zaman kesin bir sınır olacak diye bir kural yok tabii. İşte o zaman dosyalarınızdan insan başları, kolları ve bacakları uzamaya başlıyor. Sonu da kötü bitiyor. Dosyanızdaki, diğer adların da yakınları, aileleri var. Böyle kötü sonuçlar yaratırken onları düşünmüyorsunuz.”

“Devletle halk ayrımı gibi bir şey, Devlet de bir rüya: Yokluğun, boşluğun simgesi. Gövdesi olmayan bir kafa. Göklerde, bulutların ötesinde oynanan bir oyun. Ama savaşa, barışa karar veren de o devlet değil mi? İnsanları hapse atan da o. Şimdi hem beni, hem de kocamı temizlediler değil mi? Temizlemiş oldular?”

“Siz devletsiniz öyle mi, Bay Smiley? O halde gerçek insanların arasında yeriniz olamaz. Göklerden aşağıya doğru bir bomba bıraktınız. Şimdi de aşağı inip, sebep olduğunuz kanı ve çığlıkları görmeye gelmeyin.”

Bu kitaptan bir yıl sonra basılan “Soğuktan gelen casus” kitabı dünya çapınca kendisine büyük bir ün getirip otuzdan fazla dile çevrilince sadece İngiliz istihbaratını değil Amerikan istihbarat servislerini de çıldırtmıştı Le Carre. Rus ve Doğu Alman istihbarat servis görevlilerini diplomtaik kuryelerle kitabı kendi ülkelerine getirtip okudukları soğuk savaş bittikten sonra yazdıkları anılarına yansımıştı.
Bu kitabın ardından İngiliz istihbaratı Le Carre’dan kibarca ayrılmasını ister.

KUSURSUZ CASUS
Belediye başkanı bir dedenin torunu ve çevresinde çetesiyle dolaşan dolandırıcı bir babanın çocuğuydu Le Carre. Annesi çok küçük yaşta evi terkettiği için anne sevgisine hasret büyümüştü. Ağabeyi ile babasının zaman zaman öfkesinden kaçabilmek bazen de dolandırıcılıklarını öğrenebilmek için onu dikkatle gözlemlerdi. Babasının mektuplarını gizlice açmaya kadar giden davranışları casusluk mesleğine ilk adımı sayılabilirdi.
1986 yılında çıkardığı “Kusursuz Casus” ( A Perfect Spy) kitabında aslında acılarla dolu kendi çocukluk ve gençlik yıllarını da anlattığı bilinmektedir.
Savaşlarda çatışan tarafların tüm acılarını/gerçekliklerini yansıtma isteği onu en karışık zamanında Beyrut’a kadar götürmüştü. Gözleri bağlı bir şekilde yanına götürüldüğünde Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat kendisine “Bay David, niye buradasınız” diye sormuştu.

Le Carre “Sayın başkan, Filistin meselesinin kalbine dokunmak istiyorum” deyince Arafat onun elini alıp kendi göğsüne koyarak “O burada efendim, o burada” diyerek cevap vermişti.

KÜÇÜK TRAMPETÇİ KIZ
Le Carre’ın cevabı ise 1983 yılında “Küçük trampetçi kız” kitabı (The little drummer girl) ile gelmişti.
Çok yetenekli ve İsrail’e büyük zararlar veren Filistinli bir bombacıyı ele geçirebilmek için İsrail gizli servisi Mossad bir plan yapar. Mesleğinde ilerleyememiş bir İngiliz tiyatro oyuncusu kadını Filistin davasına sempati duyan bir yabancı gibi bu bombacının yakın çevresine sızdırarak bombacıya sukast düzenlemektir amaç. Roman, tarafların acılarını, giriştikleri işlerdeki gerçek motivasyonlarını, hangi şartlarda davaya sahte ya da gerçek adanmışlıklarını muhteşem bir dille anlatmaktadır.
Kitabın ana kahramanlarından birisi İsrail ajanı olmasına rağmen, Filistin meselesini iki farklı perspektiften göstermesi İsraillileri kızdırmış hatta Le Carre’ı anti semitik olmakla suçlayanlar bile çıkmıştı.

YOLUN SONU
Türkçeye “Yolun sonu” olarak çevrilen “The Secret Pilgrim” kitabını okuduğum yıllarda gözlerim rahatsızdı. Bir yandan gözlerimin acısından şakır şakır ağlayıp bir yandan da kitabı okumaya çalışırken üniversite arkadaşlarım duruma anlam vermeye çalışıyorlardı.
Yanlış kararların yok ettiği hayatları, insanın düşmanı sandığı şeylerden çok aslında kendisiyle savaşmasını, şuuraltı sıkışmışlıklarını, devlet ihtiyacı denen şeylerin kişinin vicdanında bıraktığı yaraları, emekli olmuş bir casusun ağzından kısa hikayelerle anlatıyordu.

“Yüzünüzü görüyorsunuz. Hatırladığınız biri değil bu. Aşkınızı nereye bıraktığınızı, ne bulduğunuzu, neyin peşinde olduğunuzu düşünüyorsunuz. “Canavarı öldürdüm. Dünyayı daha güvenli bir yer olarak bıraktım” demek istiyorsunuz. Ama bugünlerde bunu da diyemiyorsunuz. Belki de hiç diyemezdiniz.”

BİZİM OYUN
“Bizim oyun” (Our Game) kitabı yayınlandığında 1995 senesiydi. Bir İngiliz ajan kaybolmuştur. Yakın arkadaşı onu aramaya çıktığında aslında ortak geçmişlerini yeniden hatırladığı, inançlarını sorguladığı bir yolculuğa çıkmıştır.
Muhtemelen adını 19. yüzyılın başlarında içinde İngiltere ve Rusya’nın da bulunduğu strateji mücadelesi olan “Büyük Oyun” dan (Great Game) istihzalı bir dille devşiren “Bizim Oyun” romanı Rusya’nın Çeçenistan’a saldırısını konu etmekte, Çeçenlerin yalnızlığına ve dünyanın bu acıya duyarsız kalmasına isyan etmektedir.
Kitabın kahramanının arkadaşını bulma umuduyla çıktığı yolculuğun sonunda arkadaşının sadece mezarına ulaşabildiğindeki düşünceleri, kazanma pahasına her şeyi /herkesi kırma – yoketme üzerine kurulu dünya algısı olanlara son ders niteliğindedir.

“Ölü bir insan yaşayanların en kötü düşmanıdır, diye düşündüm.
Ona olan sevgini ya da borcunu değiştiremezsin.
Ona karşı işlediğin suçların bağışlanmasını dilemek için çok geçtir.
Seni her bakımdan yenmiştir o.”

Tabii kuşkusuz Le Carre romanlarının efsane karakterleri “Thinker, Tailor, Soldier, Spy” (Türkçeye Köstebek olarak çevrildi) kitabında oluşturduğu İngiliz istihbarat görevlisi “Smiley” ve karşı kulvarda yer alan Rus istihbarat şefi “Karla” idi.

TAMİRCİ, TERZİ, ASKER, CASUS
Henüz ikisi de genç birer istihbarat görevlisi iken “Karla” Hindistan’da hapse düşünce haberi duyan “Smiley” hücresine giderek onu devşirmeye çalışmıştı. Smiley’in tüm gece konuşup ikna etmeye çabasına rağmen Karla tek kelime etmemiş, tiryaki olmasına rağmen Smiley’in önüne koyduğu paketten tek bir sigara bile alıp içmemiş ama üzerinde “Ann’dan sevgilerle” işlemesi olan Smiley’in eşinin hediyesi olan çakmağı cebine atmıştı.
Üzerinde kişiliğini ya ilişkilerini gösteren bir eşya taşımama kuralını çiğneyen Smiley’in yaptığı en büyük gençlik hatası da buydu ve Karla Smiley’in karısına olan zaafını not ederek bunu ilerleyen yıllarda büyük bir ustalıkla kullanmış, İngiliz istihbaratı içinden devşirdiği çok üst düzey bir ajanının Smiley tarafından suçlanmasını engeleyebilmek için bu kişinin Smiley’in karısı ile yasak ilişkiye girmesini ve bunu serviste herkesin bilmesini sağlamasını istemişti
Böylece ileride Smiley, Rusya adında casusluk yapan İngiliz istihbarat görevlisinden bir şekilde şüphelenirse herkes kişisel garezi olduğunu düşünerek kendisini ciddiye almayacaktı.

Serinin son kitabında ise Smiley, Karla’nın vicdan azabını duyduğu bir olayı yakalayarak onu alt etmeyi başarır.
Babasının pozisyonu ve ihmali yüzünden Karla’nın kızı sinir hastası olmuştur ve İsviçre’de bir klinikte tedavi görmektedir. Adanmış bir komünistin hiç yapmaması gereken bu “kapitalist” davranışı öğrenen Smiley Karla’ya bir mektupla yazarak herşeyi bildiğini söyler ve Karla’dan batıya iltica etmesi talebinde bulunur.
Karla soğuk savaş yıllarında ajan değiş tokuşunun yapıldığı Doğu ve Batı Almanya’yı birbiriyle buluşturan sınır kapısı “Check point Charlie” ya da namı diğer “Casuslar Köprüsü” nden geçip Batı Almanya’ya geçerek İngiliz istihbaratına teslim olur.
Smiley ile yüz yüze geldiğinde elinden ona ait olan çakmağı yere bıraktığında bir okur olarak buzun üzerine düşen çakmağın sesini duymuştuk adeta.

“Bir adım daha atıp da beyaz ışık çemberinin içine girince, Karla’nın yaşlanmış, yorgun ve çok şey görmüş yüzünü ve kardan bembeyaz olan kısa saçlarını seçti Smiley. Sırtında kirli bir gömlek vardı ve siyah kravat takmıştı. Bir dostunun cenaze törenine giden yoksul bir adama benziyordu. Soğuğun ısırdığı yanakları neredeyse sarkmıştı ve bu Karla’yı olduğundan da yaşlı gösteriyordu. (…) Buz tutmuş arnavutkaldırımına düşen madeni bir şeyin çıkardığı şıngırtıyı duyunca, bunun Ann’ın çakmağı olduğunu anladı. Ancak bu olayı Smiley’den başka kimse fark etmiş görünmedi. Karla ve Smiley bir kez daha bakıştılar ve belki de bu ikinci bakışmada her biri, karşısındakinde kendinden bir parça buldu. Kendisiyle ilgili, onarılması olanaksız bir güç durumu karşısındakinin de bildiğini bilmekti bu.”

Le Carre’ın soğuk savaş sonrası romanlarına giremedik bile ama sütunumuz biteli çok oldu.

“Yazarın ne yazdığına değil kulağınıza ne fısıldadığına bakın” derler.

Kulağımıza fısıldadıkları hayatımıza çok kereler yön verdi, bizi büyük yanlışlardan uzak tuttu, boş ideolojilerin tuzaklarına düşmemize engel oldu, devlet denen yapıyı kutsamadan sorgulayabilmemizi sağladı.
Ve bir gün bu gri dünyaya ilk adım sayılabilecek teklif geldiğinde hiç düşünmeden “hayır“ diyebilmemizde onun romanlarının çok büyük etkisi vardı.

Bu yüzden Le Carre’ın ölüm haberi gece telefonumuza son dakika haberi olarak düştüğünde çok eski bir dostu kaybetmiş kadar üzüldük.
Büyük acılar ve çelişkiler içinde büyüyüp dünyanın en kirli ortamı sayılabilecek istihbarat dünyasından kendini çekip çıkarabilmişti.
Kitaplarıyla okuyucunun vicdanını harekete geçiren büyük ustaya Yaradan rahmetiyle muamele eder inşallah.