Ömer Kayani
Geçen sene Ekim ayında İngiliz BBC haber yapmış, bizde arşive almıştık.
“Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) yayımladığı rapordaki tahmine göre, 2025 itibarıyla, tüm iş yerlerindeki görevlerin yarısı makineler tarafından yapılacak ve bu durum büyük ihtimalle eşitsizliği daha da derinleştirecek. WEF “robot devriminin” dünya genelinde 97 milyon istihdam yaratacağını, ancak en az bir o kadar istihdamı da yok edip, bazı toplulukları risk altına sokacağını belirtti.”
“WEF, şirketler maliyet düşürme ve yeni çalışma yöntemlerine adapte olurken, koronavirüs salgının da yeni teknolojilerin kullanımının hızlandığını söylüyor. Ancak kuruluş, işçilerin “hızlanan otomasyon ve Covid-19 durgunluğunun etkisiyle” çifte tehdit altında kaldıklarını vurguluyor.”
(…) “Ancak kuruluş, rutin ya da elle yapılan milyonlarca işin yerini teknolojinin alacağını ve bu durumdan en az ücret alan, en az kalifiye çalışanların etkileneceğini belirtti. WEF, değişimle başa çıkılabilmesi için milyonlarca kişiye yeni beceriler kazandırılması ve işlerini kaybedenler için hükümetlerin “daha güçlü güvenlik ağları” kurması gerektiğini de vurguladı.”
Anlayacağınız WEF “daha güçlü güvenlik ağları” derken dünya hükümetlerine “evrensel temel ücret” ödemeye hazır olun demek istiyor. Hani şu İngilizce UBC (universal basic income) dedikleri ve çalışmak yerine ıskartaya çıkaracakları insanlara evde oturup ses çıkarmamaları için ödenecek “minimum asgari ücret” diyelim.
Zaten şu anda dünyanın gelir seviyesi yüksek ülkeleri plandemi bahanesiyle bu ödeme sistemini uygulamaya koymuş durumdalar. Almanya gibi bazı ülkelerden “ofise gitmeninin yasaklandığı, uymayan şirketlere çok ağır yaptırımlar getirileceği” haberleri geliyor.
“Endüstri 4.0” kavramının ortaya atılmasında da hayata geçirilmesi çalışmasında da başı çeken ülkenin de Almanya olması tesadüf müdür acaba?
Fransız devrimi ile dini devletten ayırıp diğer yandan da krallıklara son verenler kurdukları yeni devlet aygıtını politikacılara teslim etmişti.
Şimdi bu “halkı temsil eden” politikacılar aracılığıyla devam ettirilen devlet sistemleri de yeni bir devrimler rüzgarına maruz bırakılıyorlar.
Ama önce;
İnsanları işlerinden, çocukları okullarından hatta daha da önemlisi en önemli eğitim alanı olan oyun çevrelerinden kopartıp sanal aleme bağlıyorlar.
HES kodu benzeri türlü kodlarla insanları barkod verilmiş ve fiyatı/ederi sistem tarafından belirlenecek (Çin’in kredi sistemi) birer mal seviyesine indirgiyorlar.
Sanal ve siber alemde bıraktıkları izler/duygular/düşünceler aracılığıyla her bireyin psikolojik profilini çıkarıyorlar.
Plandemi ile özellikle koparılan tedarik zincirleri yüzünden artan gıda fiyatları ile tüm dünyada ekonomik krizleri tetikliyorlar.
Amerika’da eski FED başkanı Janet Yellen yeni kabineye Hazine Bakanı olarak girerken, eski AB Merkez Bankası başkanı Mario Draggi İtalya Başbakanı oluyor.
Eski Kanada ve İngiltere merkez bankası başkanı Mark Carney ise Birleşmiş Milletlerin “iklim hareketi ve finans elçisi” oluyor.
AYRILAN İŞLER
Eski “Goldman Sachs” çalışanları ülkelerinde önemli görevler üstlenirken diğer yandan da yolsuz siyasetçilerin neden olduğu ekonomik krizlere karşı “parayı devletin kontrolünden çıkar” rüzgarı estirenlerle kripto para çıkarma işine girişen merkez bankalarının yarışına şahit oluyoruz.
Hal böyle olunca, 5000 yıldır “altının” para olarak kullanıldığını ve son dönemde onun yerine geçirilen “hazine bonolarının” başarısız olduğunu söyleyenler artık kaçınılmaz bir devrimle/evrimle bu işin yeni safhasının Bitcoin gibi merkeziyetsiz paralar olması gerektiğini söylüyorlar.
Buna büyük şirketlerde katılarak kartopunu büyütüyorlar ve merkeziyetsiz para ya da elinizdeki değeri dijital olarak saklayabilme imkanı veren sistemler hızla artarak klasik değer saklama enstrümanlarını tehdit ediyorlar.
Merkeziyetsiz kripto paralar aynı zamanda, yüzyıldır çapsız yönetimleri ile halkları usandıran/fakirleştiren yeni krallar olan politikacıların elinden gücü almaya yarayan bir çeşit intikam alma enstrümanları olma hissi de yaratıyor insanların kafalarında.
Yani, yıllardır delicesine çalışmalarına rağmen yine de geçimlerini insani düzeyde sağlayamadıkları için çıldırıp “Jokerleştirilmiş” dünya halkları, artık iğrendikleri yolsuz politikacılara şu mesajı verebiliyorlar.
“Kontrol ederek güç devşirdiğin ve değeriyle oynayarak durmadan beni ezdiğin paramın kontrolünü senden alıyorum, artık kendi merkez bankam kendim olacağım.”.
Bunun benzerini SWIFT ödeme sistemi dışına atılarak finansal ambargo yüzünden dünyanın hiç bir yerine para transferi yapamayan İran, Kore, Venezüella benzeri devletlerde uluslararası manada düşünerek ülkelerinde devasa Bitcoin madenciliği yapan çiftlikler kuruyorlar.
Doların küresel tahtını yavaş yavaş yıkma peşinde olan Çin’de bu ülkelere el altından yardım ediyor.
Özetlersek:
Kilise ile devlet ayrılmıştı.
Şimdi para ile devlet ayrılıyor.
Çocuklarımız, uluslararası tek kültüre uygun hale getirilerek ülke ve aynı zamanda din ile ilişkileri kesilerek sanal aleme hapsedilmeye çalışılıyor.
KARIŞAN DÜNYALAR
İşte bu bağlamda geçen hafta şöyle bir haber gündeme düştü.
“Oyun platformu Axie Infinity’de bir sanal arazi parçası, 888.25 Ethereum (yaklaşık 1.5 milyon dolar) karşılığında dokuz bitişik Genesis bloğunun dijital mülkü satın alındı. (…) Bu tüm zamanların en büyük takas edilemez token (NFT) işlemi olarak tarihe geçmiş oldu.”
Alıcının yaptığı açıklama ise bir o kadar ilginç idi.
“Genesis arazileri Axie Infinity’deki en nadir ve en iyi konumlandırılmış araziler olduğundan, tezime doğal bir şekilde uyuyorlardı. Tanık olduğumuz şey tarihi bir an; açıkça tanımlanmış, geri alınamaz mülkiyet hakları sistemlerine sahip dijital ulusların yükselişi.”
Satıcının açıklaması da konuyu tamamlaması açısından önemliydi.
“Şimdiye kadarki en büyük dijital arazi satışı olarak bu, NFT’lerin kısa tarihinde önemli bir gelişmeye işaret ediyor. Sanal ekonomiler, giderek dijitalleşen bir dünyanın yeni sınırı olacak.”
Eski yazılarımızda bahsettiğimiz “Upgrade” filminde yarı karanlık bir binada gözlerinde “Sanal Gerçeklik” (VR) gözlükleri takılı bir şekilde adeta zombileşmiş insanlar, kollarına bağlı serumlardan aldıkları besinlerle/uyuşturucularla günlerce hatta haftalarca bilgisayar oyunu oynayabilmektedirler.
Daha doğrusu sanal dünyanın bir parçası olmuşlardır ve onlar için gerçek olan dünya oyun, sanal olan dünya gerçek dünyadır.
Duruma şahit olan filmin kahramanının kendisine yardıma gelen hackera “neden sahte bir dünyayı seçerler asla anlayamayacağım” yorumuna aldığı cevap konuyu çok net açıklamaktadır.
“Sahte dünya gerçeğinden daha az acı verici.”
Plandemi sonrası dünya halklarının getirildiği nokta düşünülünce haksız olduğunu söyleyebilir misiniz?
Amerikalı bir yorumcunun deyimiyle “son dönemde Amerika’da bir şey üretilememesine, insanlar çalıştırılmamasına rağmen halka dağıtılan paralar yüzünden şu anda tarihin en yüksek miktarda nakit parası ülke ekonomisinde dolaşımdadır.”
Çalışmadan evde oturan, temel asgari ücretleri verilen ve dışarı çıkmaları engellenen insanlara kalan gidebilecekleri tek yer sanal alem değil midir?
Yani birileri alemlerin içinde alemler yaratıp insanı o arafta hapsetmek isterlerken diğer yandan da robotlarla/makinelerle dünyaya istedikleri şekli verme peşindedirler.
Özellikle devletlerin vergilerle insanları cendereye alması ve güç devşirmesi konularını işleyen İngiliz yazar “Dominic Frisby” son kitabı “Daylight Robbery” de (güpegündüz soygun) oldukça ilginç bir konuyu gündeme getirmektedir.
ULUS DEVLET VERGİLERİ VE DİJİTAL GÖÇMENLER
“Devletler, gelirlerinin yaklaşık yüzde 50’sini çalışanlardan aldıkları “gelir vergisinden” elde ederler. Siz daha maaşınızı alamadan o vergi kesilmiş olur. Uzaktan çalışma döneminin başlamasıyla çalışma gücü artan bir oranda serbest mesleklere/çalışmaya yönelmektedir. Dolayısıyla da vergilerini, maaşlarını almadan önceden değil işleri bitip paralarını aldıktan sonra ödemektedirler.
Bu uzaktan serbest çalışma ortamı “dijital göçmen” diyebileceğimiz bir sınıf oluşturmuştur ve 2035’li yıllarda bunların rakamının 1 milyar kişi dolayında olacağı tahmin edilmektedir. Uzaktan çalışabilme imkanına kavuşan insanlar mesela “neden pahalı New York’ta oturup dünyanın parasını harcayayım, gider Kolombiya’da çok ucuza ve daha iyi yaşayıp aynı işi uzaktan yaparım” diyebilmektedir.
Bu durumda verginin nerede ödeneceğini konusunu gündeme getirmektedir. Ülke sınırı tanımayan dijital göçmen sınıfı artıp bir de sınır tanımayan (merkeziyetsiz) dijital paraları kullanmaya başladıklarında dünya hükümetlerinin vergi almaları daha da güçleşecek, bunun sonucunda hükümetlerin üzerinde küçülmeye gitmek için büyük bir baskı oluşacaktır.
Diğer taraftan sağlık, eğitim vb. konularda yükümlülükleri olan hükümetler bu görevlerini yerine getirme konusunda da büyük baskı altında kalacaklar, bu durumda iki farklı ekonomik sistem oluşmasına neden olabilecektir.
Serbest dijital göçmenler belki de daha az vergi ödeyip “dijital ekonomi” üzerinden çalışırlarken, bu cendereden herhangi bir sebeple çıkamayan gariban köleler ise “fiziki ekonomi” üzerinden çalışıp sistemin (vergi) yükünü çekeceklerdir.”
Üzerinde düşünülmesi gereken ilginç noktalar değil mi?
“Yönettiğimizi düşündüğümüz zamanlar çoğunlukla yönetiliyoruzdur” demiş şair Byron.
Elon Musk’ın Bitcoin ve Dogecoin twitleri atıp bu paraları tarihi seviyelere taşıdığı bu günlerde faşist mavi kuş Twitter’ın CEO’su Jack Dorsey’de ona katılmakta ve “nasıl kendi bankanız olursunuz” twitleri atıp kripto paraların sistem dışında tutulabileceği soğuk cüzdanları anlatmaktadır.
Dünya halklarının parasıyla sefa sürmeye alışmış bürokratların bu ayrışan ve karışan dünyaları anlayıp nasıl tepki vereceklerini görmek oldukça ilginç bazen de gülünç olacaktır diyebiliriz.