Ömer Kayani
Aktif hizmetten ayrılan İngiliz Dış İstihbaratı MI6 ajanı James Bond Jamaika’da sakin bir yaşam sürmektedir.
Amerikan Dış İstihbaratı CIA’den eski bir dostunun kendisinden kaçırılan bir bilim adamının bulunması için yardım istemesi ile kahramanımızkendisini nano-botların suikast silahı olarak kullanıldığı çok tehlikeli bir kovalamacanın ortasında bulur.
Bu ayki konumuz olan “Ölmek İçin Zaman Yok” (No Time To Die) isimli son James Bond filmini analiz etmeden önce, serinin bir önceki filminin konusunu (Spectre) hatırlamakta fayda var.
İngiliz iç ve dış istihbaratını bir çatı kuruluşta birleştirip onu da uluslararası bir istihbarat toplama ajansı şeklinde kurulmakta olan “9 göz” ile entegre etme çalışmaları yapılmaktadır. Hani şu daha önce defalarca bahsettiğimiz “Beş Göz”, yani İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın kurduğu tüm dünyayı kapsayan sinyal istihbaratı toplama kurumu filmde 9 göz olmuştur.
İşte bu çatı yapıya direnen MI6 içindeki eski yapı ve kahramanımız Bond konuyu kurcalayınca bu yeni şemsiye istihbarat kuruluşunun arkasında “Spectre” adlı bir uluslararası yapı olduğunu farkederler.
Sizi yormayalım “Spectre” isimli bu yapı “küreselcilere” filmde verilen isimdir. Küreselciler bu yapıyı kurabilmek için tüm dünyada terör saldırıları fırtınası estirmişlerdir. Tek istedikleri “9 göz” çatı istihbaratı kurulduğunda küresel ölçekte yürüttükleri işlerinin bozulmasını engelleyecek istihbaratın buradan kendilerine akıtılmasıdır. Yani minik masumane bir istek. Filmin sonunda anlamıştık ki meğer Spectre (Küreselci) örgütünün başı James Bond’un (İngiltere) bir nevi üvey kardeşi değil miymiş?
İngiliz Bond aileye dışarıdan gelse bile meğer küreselci baba onu kendi oğlundan (Spectre örgütünün başı) daha fazla sevmemiş mi?
Yani senelerdir “Küreselciler ve İngilizler birlikte iş tutup dünyayı son birkaç yüzyıldır sağıyorlardı ama son dönemde küreselcilerin yeni planları yüzünden aralarında çatışma var” dediğimizde biz konuyu bu kadar güzel anlatamıyorduk.
Sanatçı anlatımının farkı işte.
Neyse, filmin sonunda James Bond, sembolü yedi kollu ahtapot olan Spectre örgütünün liderinin “tek gözünü çıkarıp” Londra’nın ortasında (küresel sermayenin merkez üssü The City’nin oralarda olabilir) yerde yaralı olarak bırakmış, MI6’in görkemli Londra binası patlayıcılarla yıkılmış, “9 Göz” istihbarat kuruluşu hayata geçirilememişti.
Yani İngilizlerin en sevdiği politika olan “statükonun devamı” sağlanmış, bize de kimin eli kimin cebinde konusunun tasası kalmıştı.
Şimdi buu bilgiler ışığında gelelim son James Bond filmine.
Filmin başlangıç jeneriğinden sevimli mesajları hemen almaya başlıyorsunuz.
DNA sarmalının her bir ucu tabanca şekline dönüşmüş birbirlerine ateş ediyorlar, insanların vücutlarında gezinen birşeyler sonrasında kafaları patlıyor vb. detaylarla sizi boğmadan jeneriğin tamamını dikkatli seyretmenizi tavsiye ederek konuya geçelim.
İngiliz istihbaratı bir Rus bilimadamının projesini kullanarak, nano botlar aracılığıyla doğrudan kişinin DNA’sını hedef alan bir biyolojik silah üzerinde 10 yıldır çalışmaktadır. Nano-botlar tüm dünyada temasla kişiden kişiye dağılmakta ve bir kere bulaştığı kişide ölene kadar kalmaktadır. O kişiyi öldürmek üzere programlanmadığı sürece zararsız olan botlar, hedef kişinin DNA’sına göre programlandığında o kişiyi hemen öldürmektedir.
Bu gizli silah programından haberdar olan küreselci Spectre örgütü projeyi İngiliz İstihbaratının Londra laboratuvarına baskın yaparak projenin sahibi Rus bilimadamı ile birlikte kaçırır.
İşte oyun içinde oyun bu noktada başlar.
İngiliz istihbaratına çalışıyor gözüken Rus bilimadamı aslında Amerikan İstihbaratı üzerinden üçüncü bir tarafa çalışmaktadır. Yani birileri Amerikan istihbaratı içine sızdırdıkları adamları aracılığıyla hem İngilizleri hem de küreselcileri kandırmıştır.
Her neyse, küreselcilerin amacı İngiliz hapishanesindeki liderlerinin yaşgünü kutlaması için Küba’da verilecek partiye sızacağını öğrendikleri James Bond’u bu sırada salona püskürtülecek nano botlar aracılığıyla öldürmektir. Bununla birlikte tam tersi olur ve salona verilen gaz James Bond hariç Spectre örgütünün tüm küreselcilerini öldürür. Çünkü gizemli üçüncü tarafın hedefi James Bond yani İngilizler değil, küreselcilerdir.
Olaylar ve ajanlar birbirlerini kovalar, geçmişin hesapları ve günahları yeniden ortaya çıkarlar. James Bond gizemli üçüncü tarafı bulmaya çalışırken eski düşmanı ve bir nevi üvey kardeşi olan Spectre örgütünün liderini İngiliz hapishanesinde sorguya çeker. Sorgulamanın bir noktasında öfkesine yenik düşerek düşmanına temas ederek büyük bir hata yapar. Farkında olmadan taşıyıcılığını yaptığı ve Spectre örgütünün başını DNA tanımı üzerinden öldürmeye programlı nano-katiller/virüsler harekete geçerek öldürme görevlerini yerine getirirler.
Yeri gelmişken bir nevi virüs olarak da adlandırabileceğimiz bu nano-katiller neredeyse derinize temas etmeden vücut sisteminize girebilmekte, sadece kodlandığı hedefin DNA’sı ile karşılaşınca aktif hale gelerek öldürme görevini yerine getirmekte, diğer insanlara zarar vermemektedir. Bununla birlikte istenirse bir kişiden aynı DNA’ya sahip tüm aile üyelerine yada belirli etnik bir gruba/kitleye/millete kadar imha edilecek hedeflere göre bu organizmalar programlanabilmektedirler.
Filme dönersek birçok kovalamaca, aksiyon, kaçırma sahnesinden sonra James Bond ve ekibi ortak düşmanları Spectre örgütünü yok eden bu bilinmeyen gücün lideriyle Japonya ve Rusya arasında anlaşmazlık konusu olan Pasifikte bir adada karşı karşıya gelirler.
Bu esrarengiz gücün lideri olan “Safin” in tüm ailesi Spectre (küreselciler) tarafından öldürüldüğünde sadece kendisi hayatta kalmış, psikolojisi derinden etkilenmiş bir insan olarak hayatını örgütü yok etmeye adamıştır. Aynı zamanda insanlar konusunda da hayal kırıklığına uğramış olan Safin, toplu kıyım yapmanın erdem olduğu düşüncesinde olan bir kişidir.
Adayı büyük bir nano-silah üretim tesisine çevirmiştir ve James Bond’la yaptığı konuşmanın diyalogları önemli mesajlar içermektedir.
Safin: “James Bond. Öldürme yetkili, vahşetin tarihi. (…) Kendi yansımamla konuşuyor olabilirdim. (…) Aynı hedef için farklı yöntemler geliştirdik. Ancak senin yeteneklerin beden ölümüyle tarih olacak. Benimkiler ölümümden sonra bile yaşayacak.
Bond: Ürettiğin şey herkesi, tüm dünyayı savaş alanına sokuyor. Kimsenin şansı kalmıyor.
Safin : (…) Birbirimize hür irade ve bağımsızlık savaşı verdiğimize dair yalanlar söylüyoruz. Ancak gerçekte bunu istemiyoruz. Belli etmeden nasıl yaşayacağımız ve öleceğimizin söylenmesini istiyoruz. İnsanlar yok olmayı istiyor ancak pek azımız bunu gerçekleştirmek için doğuyoruz. İşte buradayım, onların görünmez tanrısıyım, derilerinin altına sızıyorum.
Bond : Tarih Tanrı’yı oynayanları pek hoş karşılamaz.
Safin : Ya sen? İkimiz de dünyayı daha iyi bir yer yapmak için insanların kökünü kurutuyoruz. Ben biraz daha titizim. Kimseyi ayırmıyorum. Dünyanın evrilmesini istiyorum, sen aynı kalsın istiyorsun. Kabul et. Seni fazlalıktan kurtarıyorum.
Farketmiş olmalısınız, bu sütunda anlattığımız birçok film özgür iradeyi yok etmek, insanları öldürmek, vücutlarına girip istekleri dışında işler yaptırmak konulu.
Sizce de birileri ısrarla ve usanmadan bize bir şeyler söylemeye çalışmıyor mu?
Spectre örgütü liderinin İngiltere’de hapiste olmasına rağmen biyonik tek gözü aracılığıyla dünyada tüm kirli işlerine devam edebilmesi, James Bond’un Spectre üyelerinden bir başka biyonik tek gözlü katilin gözünü EMP (elektro manyetik silah) ile çıkarması, Bond’un Specter liderinin kızıyla bilmeden de olsa uzun yıllar birlikte olması ve hatta bir de bilmediği bir çocuğunun olması benzeri metaforları senaryoya gizleyebilen aklı tebrik etmeyelim mi?
Bir başka önemli not ise, pandeminin Çin’de başladığı Kasım 2019’da vizyona girmesi planlanan filmin vizyon tarihinin pandemi nedeniyle bugünlere kalması.
Virüsler, katil nano – botlar, deri altına sızan ve haşa tanrıyı oynamaya çalışıp kitle imhası yapmayı planlayan kötü insanlar.
Yapımcılar gösterimi ertelerken, tam pandemi ve aşıların tartışılacağı bir sırada “kör gözüne parmağım olmasın” diye düşünmüş olabilirler mi?
İzninizle burada kısa bir hatırlatma yapalım.
Pandemi başladıktan kısa bir süre sonra yani Şubat 2020’de “Corona virüsü, İsrail virüsü ve senaryolar” başlıklı makalemizde şunları yazmıştık.
“Bazıları Wuhan’da Çin’in the biyogüvenlik laboratuvarının bulunduğundan hareketle virüsün burada yapılan biyolojik silah denemelerinden sızmış olabileceğinden, Wuhan hayvan pazarının bu laboratuvara çok yakın olduğundan, virüsün Kanada’da bir laboratuvardan bir süre önce sipariş edildiğinden bahsetmektedirler. (…) hatta Çin’in kendi nüfusunu azaltmak için bu virüsü kullandığına kadar senaryolar yazılmaktadır. Şu Kanada’dan sipariş edilen virüs senaryosunu gerçek kabul edip tersten okuyalım. “Çin kendisine yapılacak bir virüs saldırısını önceden haber alıp konu üzerinde çalışıyor olamaz mı? Ya da bir başka güç Çin’e saldırıyı önceden haber verip önlem alması /savuşturması için yardım ediyor olamaz mı?”
Adeta seyretmeden James Bond filmine benzer bir virüs senaryosu mu paylaşmışız sizlerle?
Son bir notla bitirelim.
Erkek James Bond’umuz öldü ve onun yerini siyahi bir hanım kızımız aldı.
Son James Bond filmi ile “erkeğin ölümü” gerçekleşti de diyebiliriz.