Ömer Kayani
II. Dünya savaşı sırasında ülkesini yöneten İtalya devlet başkanı Mussolini faşizmi şöyle tanımlamıştı.
“Şirketlerin gücü ile devletin gücünün birleştirilmesi.”
Mussolini ülkesini Hitler Almanyasının yanında II. Dünya savaşına sokmuş ama işler ters gidip savaşı kaybetmekte olduklarını anlayan İtalyanlar faşizm kılıfını hemen üzerlerinden atıp taraf değiştirmiş, Mussolini’yi öldürüp savaşın diğer cephesine katılmışlardı.
“Demokrat” Amerika’nın savaşa dahil olmasıyla birlikte güçlenen müttefikler “Nazi” ideolojisi ile birlikte “Faşizm” ideolojisini de ortadan kaldırılmışlardı!
Acaba?
Çok basit bir soru soralım.
Eğer faşizm bitti ise serbest piyasa ekonomisi uygulamakla övünen Amerikan hükümetleri her finansal krizde neden “batamayacak kadar büyük” oldukları gerekçesiyle dev şirketleri vergi mükelleflerinin parasıyla kurtarmaktadır?
O vergi mükellefleri ki sadece bir ay kiralarını geciktirseler polis zoruyla evlerinden tahliye edilmektedirler.
Peki dünya halklarının gözünün içine bakılarak nasıl bu kadar rahat yalanlar söylenebiliyor? Zenginler her daim kurtarılıp fakirler büyük bir rahatlıkla nasıl ateşe atılabiliyorlar?
Çünkü dünya halklarının finansal okur yazarlıkları yok.
Paranın ne olduğu öğretilmeyen bir eğitim sisteminde çocuklarınız sonu her halükarda mezbahada bitecek bir iş hayatında başkasının memuru olmayı hedefleyerek okula gidiyorlar.
Dikkat edin, üniversite tercihlerinin yapıldığı geçtiğimiz aylarda gençlerin en çok sarfettikleri cümle neydi?
“Bu bölümü seçersem iş bulma şansım çok yüksek, maaşı çok iyi vs..”
Hepsinin amacı bir yerlere kapağı atıp birilerinin memuru olmak.
Okumanın tek amacı para kazanmak.
Oysa kazanacaklarını sandıkları para denen şeyin ne olduğunu, nasıl çalıştığını bile daha bilmiyorlar ve kimse onlara öğretmiyor.
Daha çocukken anneannem ara sıra bana, belki de ilgi alanımın değişip değişmediğini öğrenmek için, “ne okuyacağımı” sorduğunda her seferinde “uluslararası ilişkiler” derdim.
İkinci soru hiç değişmezdi.
“Peki onu okuyunca ne oluyorsun?”
İşte nesillerdir insanların kafasına kazınan “düşünce sistematiğinin” sonucu budur.
Çocuk kafamla bile bu soruyu anlayamazdım.
“Okumak” ile “para kazanmanın” iki farklı şey olduğunu, para kazanmak için okunmayacağını, para kazanmak amacıyla okusam tutup “uluslararası ilişkiler” gibi sonu meçhul bir maceraya yelken açmayacağımı nasıl anlatacağımı bilemezdim.
Ben bilemesem bile “Robert Kiyosaki” gibi insanlar var ve tüm servetlerine rağmen insanlara bir şeyler katmaya çalışıyorlar, yazıyorlar, konuşuyorlar,
Dinleyelim mi?
“Okula gidersin, para hakkında hiç bir şey öğretmezler.
Okulu bitirip iş bulur, birinin elemanı olursun.
Eleman olunca para için çalışır ve vergi ödemeye başlarsın.
Para kazanmaya başlayınca sana para biriktirmeni, tasarruf etmeni söylerler.
Hükümetler canlarının istediği kadar para basıp borçlarından kurtulurken sen niye tasarruf edeceksin?
Ben borcu zengin olmak için kullanırım.
Pek çok insan borcu fakirleşmek ve hisse senedi almak için kullanır.
Ben hisse senedi satın almam.
Sonra pek çok insanın niye finansal güçlükler yaşadığına şaşarsınız.
Çünkü hiçbiri;
“Okula git, sonra iş bul, sıkı çalış, para biriktir, vergini öde” şeklinde kendilerine dayatılan hipnoza karşı gelmeyi düşünmezler.
Ve bu hipnoza karşı gelemedikleri sürece de değişmezler.
Eleman olmak istersen eleman olmayı seçmişsindir.
Girişimci olmak istersen girişimci olmayı seçmişsindir.
Sorun şu ki bizim eğitim sistemimiz bizi eleman olmak üzere yetiştirir.
Okula git, iş bul, sıkı çalış, para biriktir, vergilerini öde, borçtan kurtul ve hisse senedi yatırımı yap.
Oysa bu seni fakir yapar.
Hükümetlerin dokunduğu herşey yozlaşır.
Sizi yöneten suçluların büyük çoğunluğu seçilmiş memurlar değildirler.
Bunların çoğu profesyonel bürokratlardır ve cepleri tıka basa sizin vergi dolarlarınızla doldurulmuştur.
Niye kimse bunları konuşmuyor.”
Konuyu ne kadar net ve güzel anlatmış Kiyosaki, değil mi?
Şimdi herkes şaşkın, dünyada ve özellikle ülkemizde patlayan enflasyonun ve planlı finansal tsunaminin ne olacağını, nerelere kadar gidebileceğini anlamaya çalışıyorlar.
Finansal okur yazar olamamaları ve hayatları boyunca sorgulamak için eğitilmemiş kafaları nedeniyle gözlerinin önünde olan biteni anlayamıyorlar.
Çok uzun yıllardır şişirilen finans balonu aslında anlaşılması çok zor bir olgu değil.
ABD Başkanı Nixon’un dolar-altın bağını koparmasından sonra kurulan petro-dolar denklemi ve 1990’larda SSCB’nin yıkılması, ABD’nin kendisini dünyanın tek süper güç ilan etmesini sağladı.
Bunun da verdiği rahatlıkla 1999 yılında Bill Clinton’ın başkanlığı döneminde Glass – Steagall yasası yürürlükten kaldırıldı.
1933’de yasalaşan Glass Steagall, bankaları ana ticari konularına göre ayırıyordu. Müşteri mevduatlarını yönetip kredi veren bankaların, değerli kâğıt işlemleri ve riskli spekülasyon işlerine girmesi yasaklanmıştı.
Bankerlerin önündeki frenleme sistemi olan Glass – Steagall kaldırılıp her türlü riskli işlem serbest bırakılınca dünya tarihinin en büyük finans balonu şiştikçe şişti.
O dönem ABD’de yaşayan arkadaşlarımız refahın hiç bir dönemde bu kadar yükselmediğini söylerlerdi.
Her masalın bir bitiş tarihi olduğu gibi 2008’in büyük finansal krizi patladığında ise bankerlerin yarattığı sahte cennet bir anda cehenneme dönmüş, Wall Street’de kan gövdeyi götürmekteydi.
Sonrası malumunuz.
Spekülatif finans piyasalarından kaçıp emtiaya sığınan para, emtia/gıda fiyatlarının bir anda 2-3 katına çıkması, (ki Arap Baharı gibi siyasi/sosyal olayların patlak vermesi bunun sonucudur), sonra çaresiz FED’in devreye girip parasal genişlemeye gitmesi, faizlerin düşürülmesi, düşen faizlerle paranın yeniden krediler üzerinden hisse senedi piyasasına ve spekülatif varlıklara yönelmesi vesaire.
Yetmezmiş gibi kovid plandemisi sırasında parasal genişlemeyi daha da artırarak iyice şirazesinden çıkaran Amerikan Merkez bankası FED artık bir noktada bu bitmez döngünün daha fazla devam ettirilemeyeceğinin farkındadır.
Bununla birlikte FED’in önünde büyük bir ikilem var.
Balon patlatılırsa herkes altında kalacaktır ve bu hiç bir siyasetçi/bürokratın arzulamayacağı bir şeydir.
Hatta 2017 yılında dönemin ABD Başkanı Trump Glass Steagall yasasını geri getirmek istemişti ama gücü ve siyasi ömrü buna yetmemişti.
Patlatılması beklenen balon herkesi tedirgin etmiş, Rusya savaş pozisyonu alıp Ukrayna gıda ambarına çökerken, Çin dünya çip sektörünün yüzde 80-90’lık kısmını üreten Tayvan’ın etrafında avına saldırmaya hazırlanan atmaca gibi dönmektedir.
Enflasyonun fakirden çalıp zenginin cebine serveti transfer etmek olduğunu bilmeyen zavallı dünya halkları ise Amerikanın yaktığı dolarlar karşısında şaşkınlar ve ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Herkes kafası kesik tavuklar gibi panikle kanatlarını çırpıp sahip oldukları son paralarda ceplerinden çalınırken kimi suçlayacaklarını bilemiyorlar.
Elimize kalemi aldığımız 2015 yılından beri gelmekte olan finansal yıkım ile ilgili yazılar yazdık ve hatta bu yıkımın tetiğine 2016 yılında basılacağını düşünüyorduk.
Basmadılar yada basamadılar.
Yıkım ertelendi ve bugünlere kadar gelindi.
Belki de “Büyük Reset” peşinde koşan “Dünya Ekonomik Forumu” (WEF) liderliği ve onların kuklası ülke başkanlarının, kendi deyimleriyle, “Kovid 19’un sağladığı nadir ama büyük fırsat penceresi” henüz açılmadığı için planlarını ertelemek zorunda kalmışlardı.
İngiltere eski Merkez Bankası Başkanı Mark Carney nasıl uyarmıştı?
“Kriz dünyayı tüm paranın merkezi olarak basılacağı ve kontrol edileceği bir dünya olan yeni Merkez Bankası Dijital Para Birimi’ni kabul etmeye zorlamak için kullanılacak.”
Tabii bu krizi tadından yenmez hale getirmek için insanların aç bırakılması gerekmektedir.
Bunu başarmak için ise Sri Lanka modeli tüm dünya ülkelerine yayılacaktır.
Sri Lanka modeli ne derseniz sütunumuz bittiği için konuyu araştırma işini size bırakalım ama küçük bir ipucu da vermiş olalım.
Dünya Ekonomik Forumu önderliğinde sıfır emisyonu yakalamak için önce gübreyi tamamen yasakladılar. 2025 yılında zengin bir ülke olmayı hayal ederken 1 sene sonra gıda yetişmeyen bir ülke, 2022 yılı itibariyle de aç ve batık bir ülke haline geldiler.
Sistem o kadar “başarılı” olmuştu ki şimdi dünyanın diğer önemli gıda deposu ülkeler olan Hollanda ve Kanada’da sistemi uygulama sırasına girdiler.
Çiftçiler ayaklandı ama işe yarar mı meçhul.
Ama “aç kalacağız” ve “kimse bizi düşünmüyor” diye üzülmeyin.
“Böcek proteinli” gıdalarınız ve “yapay etiniz” eğer şanslıysanız raflarda sizleri bekliyor olacak.
Ve laf dinleyen küçük uslu goyimler gibi zincir mağazaların önündeki uzun kuyruklarda sıranız geldiğinde karbon pasaportlarınızın izin verdiği kadar gıdaya ulaşabileceksiniz.
Yeter ki sabırlı olun ve her daim şükretmesini bilin…