Ömer Kayani
Flynne Fisher Amerika’nın güneyinde ücra bir kasabada ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Gözleri görmeyen ve hasta olan annesi karaborsadan alınabilen ağrı kesicilere ihtiyaç duymakta, gazi olan ağabeyi ise hala savaşın verdiği fiziksel ve ruhsal sorunlarla uğraşmaktadır.
Sene 2032’dir.
William Gibson’ın 2014 yılında yayınlanan aynı isimli romanından uyarlanan “The Peripheral” dizisi Amazon Prime yapımı.
Dizinin ana karakteri olan Flynne, kasabanın 3D matbaasında çalışmaktadır ve sanal gerçeklik başlıkları (VR) ile oynanan oyunlar konusunda özel bir yeteneği vardır. Evin bahçesinde kendi karavanında yaşayan ağabeyi ise gününü oyun şirketlerinin geliştirdiği bilgisayar oyunlarını deneyerek geçirmekte, para kazanmaktadır.
Kolombiya’dan postayla gelen bir (VR) oyunu deneyen ağabeyi, oyunda ilerleyip daha çok para kazanabilmek için bu konuda kendisinden daha yetenekli olan kızkardeşi Flynne’den yardım ister.
Oyunu deneyen Flynne bunun sanal oyunların ötesinde bir şey olduğunu anladığında artık çok geçtir. 2032 yılında yaşayan Flynne’e bu VR sistemle, bir portal açılarak, Londra’dan ulaşmışlardır ve orada sene 2100’dur.
Flynne’nin oyunda oynattığını zannettiği robot ki bunlara gelecekte peripheral denilmektedir, aslında 2100 yılının Londra sokaklarında gerçekten dolaşmaktadır ve ona 2032’den ruhunu/kişiliğini/hareketini veren yani yöneten Flynne’dir.
Anlayacağınız gelecekten geçmişe data yoluyla bir portal ya da tünel açılmıştır ve 2032 ile 2100 yılları arasında iletişim sağlanmıştır.
Flynne, peripherali üzerinden kendisi ile gelecekten bağlantı kuranların evine yani 2100 yılı Londra’sına konuk olduğunda dizinin konusunu öğreniyoruz.
Gelecekte herkes “Aelita West” isimli bir kadının peşindedir ki Flynne ile oyun üzerinden ilk bağlantıyı kuran da zaten bu kişidir.
Bu kadın neden bu kadar önemli derseniz, konuyu rahat anlayabilmeniz için diziyi önce biraz ileri saralım.
Flynne, 2100 yılı Londra’sında dolaşırken boş sokakları görünce insanlara ne olduğunu sorunca gelecekte dünyanın üyük bir çöküş yaşadığını öğrenir.
Flynne kendisine bilgi veren kişiye bu olayların kendi zamanında başlayıp başlamadığını sorduğunda “başladığı” yanıtını alır. Yani 2032 yılında “çöküş” başlamıştır.
Davos şeytanlarının yani dünyamızın sevgili “ıslah edicilerinin” 2030 yılı hedefi mesajları burada aklınıza düşmüş olmalı.
Neyse biz konumuza dönelim ve hologram üzerinden Flynne’e anlatılan dünyanın geleceğine bakalım.
DÜNYA VURGUN YEMİŞTİR
Kulağa “kıyamet” kadar korkunç gelmediği için çöküşe neden olan olaylar zincirine gelecekte insanlar bu kara mizahi tanımlamayı yapmışlardır.
“Bu çoğunluğun uçurumun kenarı dediği, dönüşü olmayan nokta. Sonrasında vurgun’u durdurmak imkansızdı. Kuzey Amerika elektrik şebekesi hacklendi. Tamamen karardık. Aylarca, kıta çapında. Sonra gördük ki, dünya çapında giderek yayıldı. (2039 yılı)
Pandemi, bir filovirüs. Buna “kan vebası” dedik. İç organlara saldırıyordu.
Karaciğer, dalak, bağırsaklar, karın bölgesi patlayana kadar kanla dolardı. (2041 yılı)
Çevresel felaketler, kuraklık, kıtlık, antibiyotik eksikliği, ardından da tarımsal çöküş geldi.
Tüm nüfus yok oldu.
40 yıl gibi bir sürede, yedi milyardan daha fazla insan.
Sonra da dünyanın sonu.
Birleşik Devletler’e içeriden nükleer bir terörist saldırı yapıldı ve Spring Creek – Kuzey Carolina’da bir nükleer füze silosunu patlattılar.”
Bu noktada kahramanımız Flynne, buranın kendi yaşadığı yer olduğunu farkedince “yeter durdurun şunu” diye bağırarak dünyanın geçmişini/ bizim geleceğimizi anlatan hologramı kapattırır.
Eminiz okurken sizin içinizden de aynı duygular geçmiştir. İşte böyle yufka yürekli ve korkutulmaya hazır insanlar yüzünden sonrasını göremedik ama parça parça dizinin diğer bölümlerinden anladıklarımızı aktaralım.
DÜNYANIN KÜLLERİNDEN DOĞANLAR
7 milyar insan öldükten dünyanın külleri üzerinden Londra’da dört sınıf türemiştir.
Klept Oligarşisi: Siyasi yozlaşmanın hüküm sürdüğü devlet düzeni olan “kleptocracy” ye atıf yapılan mafya sınıfı. Yıkım sonrası kaosun hüküm sürdüğü dünyada acımasız yöntemlerle de olsa dünyanın bazı bölgelerinde, Londra örneğinde olduğu gibi, düzeni sağlamışlardır.
Metropolitan polisi: Mafyanın hüküm sürdüğü şehirde dengeyi sağlamak ve işleri belli kurallar çerçevesinde tutabilmek için oluşan polis sınıfıdır.
Araştırma Enstitüsü: Toplumun ileriye gidebilmesi için teknolojik gelişmeleri ve inovasyonları yapan bilim insanlarının çalıştığı kurum/sınıftır.
Neoprimler: Bunlar diğer sınıflar tarafından terörist olarak görülen, Londra’da oluşan düzeni yıkıp yeni ve adil bir düzen kurma peşinde olan devrimci insanlardır.
İşte herkesin peşinde olduğı “Alita West” isimli kadın bu son grupta yer almaktadır ama daha önce “Araştırma Enstitüsünde” çalışırken sevgilisinin üzerinde çalıştığı gizli bir projeden haberdar olmuştur. Oradaki görevi aracılığıyla Flynne’nin zamanına (2032) erişmeyi başarmıştır. Ayrıca öncesinde bu projede gizli bir arka kapı tutması için Klept Oligarşisinden para almıştır. Aelita’nın ortadan kaybolmasıyla bu bağlantıyı kaybetme riski ortaya çıktığından Kleptler her yerde onu aramaktadırlar.
Açıkcası bundan sonrasını beyninizi ve beynimizi yakmadan nasıl anlatabileceğimizi bilemiyoruz ama deneyelim.
Aelita, Araştırma Enstitüsünün, bundan sonra kısaca (AE) diyelim, normal giden zamana paralel zamanlar oluşturarak bu zamanlarda çeşitli gizli deneyler yaptığını öğrenmiştir. Normal zamanı bir ağacın gövdesi gibi düşünürseniz, yukarı doğru büyüyen ağaçtan/zamandan farklı dallar çıkartarak alternatif zaman akışları oluşturulmuştur.
Neden mi?
Çünkü kendi zamanlarında insanlar üzerinde etik olarak yapamayacakları ya da çok maliyetli olabilecek testleri bu alternatif zaman akışlarında gizlice yapmaktadırlar. Dizi bu alternatif zamanlarda gidip geldiği için biz konunun ana fikrine, AE’nin buralarda ne test ettiği konusuna gelelim.
AE, insanların beynindeki kimyasalları kontrol edecek bir teknoloji geliştirmeye çalışmaktadır. Bu amaçla geçmişe giderek (2020) bir paravan şirket kurmuşlar ve bu şirket üzerinden Amerikan ordusuna “haptik implantlar” satarak daha önce savaş gazisi olduğundan bahsettiğimiz Flynne’in ağabeyinin birliği üzerinde denemişlerdir.
Bu implantlar aracılığıyla, birbirlerinin beyinlerine, görme duyularına, hislerine bağlanabilen birliğin askerlerinin “merhamet duyuları” üzerinde testler yaparak beyin kimyasallarına müdahale edilmiştir.
“AE’nin amacı nedir” derseniz size bu sütunda onlarcasını anlattığımız film ve dizilerde anlattığımız amacın tamamen aynısı.
Yani, “ortak çıkarlarımız için toplu olarak hareket etmeye karşı inatla direnmemizi ve kendimizi yok etme konusundaki ısrarlı tutumumuzu” değiştirmek istemektedir AE Başkanı.
Bu yüzden enstitüde gizli bir “davranış kontrol departmanı” kurulmuştur ve yeryüzündeki tüm dataların toplandığı bu yerin adı “tanrısal kaynaktır.”
Amaçları kötü değildir anlayacağınız, “onlar ıslah edicilerdir.”
Sadece insanoğlunun içindeki “şiddet duygusunu” yok edip kontrol altına almak istemektedirler ki geçmişte dünyanın başına gelen kötülükler tekrarlanmasın. Hatta bu amaçla AE neredeyse herkese (2100 yılından bahsediyoruz) kulak arkası implantlarını bile yerleştirmiştir ama toplum bunun beyin kontrolü için yapıldığını öğrenirse karmaşa çıkacaktır. Aelite bu programın datalarını çalmayı başardığı için AE onun bulunup susturulmasını istemektedir.
Elimizdeki 8 sayfa notu bu sütuna sığdırmamız mümkün olmadığı için kalanı çok kısaca anlatalım.
Flynne’in haberi olmasa da “tanrısal kaynak” dataları Aelita tarafından onun beynine yüklenmiştir. Metropolitan polisi olayların içine girip AE’nin planı ortaya çıkınca, AE başkanı bu “davranış kontrol projesinin” Kleptlerin ya da Neoprimlerin eline geçmesi durumunda dünyanın felakete sürükleneceği konusunda polisi ikna etmeye çalışır.
Birinci sezonun sonunda anlarız ki, kulak arkasına yerleştirilmiş implantlar, hadi çipler diyelim ki anlaması daha kolay olsun, insanların hafızalarını baskılayarak geçmişte yaşanan büyük katliamları, karmaşaları unutturuyormuş. İnsanları, “eğer çiplerinizi çıkarırsanız bağışıklık desteğinizi yani salgınlardan sonra gelen hastalıklara karşı yapılan aşıların etkisini kaybedersiniz” diye korkuttukları için kimse çıkaramıyormuş. Çiplerini çıkaran bir avuç insan ise gerçekleri hatırlamaya başladıkları için sisteme tehdit oluşturuyorlarmış.
Aelita, geçmişin mezarları üzerinde erkek kardeşine gerçekleri şöyle haykırır.
“Burada cesetler var, bu güzelim yeşil çimenin altında binlerce ceset var.
Annen burada, kız kardeşlerin de ve küçük erkek kardeşin. Benim ailem de dahil hepsi katledildi. Ailelerimizi Klept öldürdü (…) Kendini özgür bırakırsan hatırlarsın. (…) Evet, hala anılarımızı bastırıyorlar, çünkü bizden korkuyorlar.
Flynne zamanın akışını değiştirip nükleer saldırıyı durdurmaya, Aelita ise sisteme karşı savaşacak çiplerinden kurtulmuş insanlardan küçük bir ordu kurmaya çalışırken bir sonraki sezonda olacaklar artık az çok orta çıkmıştır.
Kleptlerin, Metropolitan polisinin, Araştırma Enstitüsünün ve Neoprimlerin sistemin hakimiyetini ele geçirmek için peşinde koşacakları şey bellidir.
Kahramanımız Flynne’in beynine/DNA’sına yerleştirilmiş olan “tanrısal kaynak.”
Başta da uyardığımız gibi dizi oldukça karmaşık, o yüzden anlamakta zorlananlar 6. hatırlatma dozlarını olmayı düşünebilirler.
Bazen bilmemek, anlamamak ve hatırlayamamakta büyük bir nimet olabiliyor çünkü.