Thomas Delgado tek parmağıyla arabayı sola yönlendirdi, sonra iPad’inin ekranında bir tır ızgarasının gitgide büyümesini izledi, yüksek korna sesi kulaklıklarından geçerek kulaklarına doluyordu… ve sonra, hiçbir şey kalmadı. Ses yoktu. Yalnızca ölü ekran.
Gülümsedi, kulaklıkları çıkardı ve büro sandalyesinde rahatça geriye yaslandı. Şansı varsa bu tarz bir kafa kafaya çarpışma yangınla sonuçlanırdı, ama işleri şansa bırakmayan biri olan Delgado, arabanın benzin deposuna ve hava ızgarasının arkasındaki kameranın yanına yangın çıkarıcı cihazlar yerleştirmişti. Kamera herhangi bir suikastin tek muhtemel ispatıydı–geri kalanları ise arabanın bluetooth-erişimli teşhis sistemini hack edip oradan arabadaki mikro işlemci ile kontrol edilen her ne varsa, yani diğer bir deyişle her şeye ulaşıp onları kontrol ederek başarmıştı. ABS frenler (kilitlenme karşıtı frenleme sistemi) ve kapı kilitleri kaza önleme sistemi ile entegre edilmişti; eller serbestken cep telefonu kullanabilmek için çok yönlü mikrofon vardı; hatta direksiyon bile kendi kendine park etme sistemi tarafından kontrol ediliyordu. Yeni modellerin birçoğunda öne bakan kameralar da bulunuyordu, hatta Hertz araç içlerine bile kamera yerleştiriyordu, yani kendisinin hiçbir donanım yerleştirmek zorunda kalmadan bir arabanın tüm kontrolünü uzaktan ele geçirebilmesi mümkün olacaktı.
Bu tür gelişmeleri seviyordu. Sadece birkaç yıl önce, ekseriya, bir kazaya neden olmak çok hassas bir uzmanlık çalışmasını gerektirirdi. Hedef kişinin arabasını aynı biçim ve modelde bir arabayla değiştirmek, tam benzerlik için özelleştirmek; üzerindeki çizikleri ve diğer yıpranma belirtilerini birebir taklit etmek, benzin seviyesini, kilometre sayacını, değiş tokuş edilen kişisel eşyaları, programlanmış radyo istasyonlarını, taklit edilen Araç Kimlik Numarasını… herşeyi ayarlamak anlamına geliyordu. Bu zaman alırdı, maliyetli olurdu, bir kişi değil de bir grup çalışması gerektirirdi. En kötüsü de, bunlar iz bırakırdı, mesela gereken uzaktan kumandayı sağlamak için yerleştirilmek zorunda kalınmış ilave cihaz parçaları, ki şüphe yaratabilecek bu parçaların varlığı ancak çok şiddetli bir yangınla ortadan kaldırılabilirdi. Ama şimdi? Tanrım, araba üreticileri âdetâ onun işini onun yerine yapıyorlardı.Uydu bağlantısını kesti ve uygulamayı kapattı, sonra saatini kontrol etti. Öğleyi geçiyordu, ama ön büroyu arayıp geç çıkacağını bildirmişti. Çifte kapı kilitliydi, Rahatsız Etmeyin tabelası yanıyordu… her şey yolundaydı.
Belgelerde adı geçtiği yazılanlar ;TR – 325 Emre Doğru (Stratfor analisti)TR – 705 CHP Genel başkan Yardımcısı Sezgin TanrıkuluBaşbakan’ın danışmanı İbrahim KalınGazeteci Emre Aköz (Sabah Gazetesi)Barçın İnanç ( Hürriyet Gazetesi)Taylan Bilgiç ( Hürriyet Gazetesi)Sayın Okur,Tam burada bir nokta koy ve düşün;Acaba TR-1 / TR-2 / TR-3 kimdir ???ve TR – 705 Sezgin Tanrıkulu’na kadar arada kimler vardır??? (…)Güncel son TR – KAÇ NUMARAYA KADAR GİTMEKTEDİR???
O’Hara birden, “İsmi neden Kızıl Hücre 7?” diye sordu. “Birden altıya kadarki hücreler ne iş yapıyor?”
Maddux, “Hiçbir şey,” diye cevapladı. “Bunlar gerçekte mevcut değil. Aslında hiç var olmadılar. Kızıl Hücre 7, Nixon yönetimi sırasında Soğuk Savaş hızlanırken oluşturuldu. Sovyetleri çıldırtmak için ona Kızıl Hücre 7 dediler.”
“Ne demek istiyorsun?”
“O günlerde ‘kızıl’ kelimesi, şimdiye kadarki en büyük düşmanımız olan Sovyetler Birliği’ne bir göndermeydi. Yani ‘kızıl’ kelimesi kullanılarak oluşturulan herhangi bir istihbarat hücresi mantıkî olarak Sovyetler Birliği’nde hedef olacaktı. Bizimkiler onların böyle var sayacağını biliyordu ve elbette ki biz de Sovyetler’in er ya da geç Kızıl Hücre 7’yi duyacağını biliyorduk, çünkü istihbarat dünyasında bir şeyi tamamen sır olarak tutmak imkansızdır. Para her kapıyı açar ve rüşvet her yerde var. Para ve kadın ile hemen her adama istediğinizi yaptırabilirsiniz.”
“Öyleyse,” dedi O’hara, “Bizimkiler Sovyetler’e birden altıya kadar hücrelerin de var olduğunu düşündürmek için Kızıl Hücre 7 ismini koydular. Sovyetler’in diğer altı hücreyi ararken boşu boşuna zaman ve enerji harcamaları için. Halbuki bunlar sadece bizim hayal ürünümüzken, ve onların; öyle mi?”
“Aynen öyle.Ve ne kadar fazla yüksek makamlardaki Sovyet yetkilisi hücrelerin var olmadığını duysa, onları bulmak için daha fazla arama yapıyorlardı. Bak ne diyeceğim. Bu süreçte çok fazla para ve kaynak ziyan ettiler. Anlayacağın, Ruslar gerçekten paranoyaktır. Demek istediğim, biz bu iştekiler hepimiz bir dereceye kadar paranoyağız. Ama onlar artık aşmışlarve sanırım sebebini anlıyorum. Bu onların kanında var. Orada herkes, hatta komşular bile, birbirini o kadar uzun süredir gözetliyor ki, artık böyle olmamak ellerinde değil.Duydum ki, duvar çöker ve dünyaları dağılırken bile birden altıya kadarki hücreyi aramaktalarmış.”
O’Hara gülümsedi, “Çok akıllıca, değil mi?”
NOT: Tercümeleri yaparak gönderen okuyucumuza tercümeler için teşekkür ederiz’.