29 Mayıs 2016 Pazar
Alt alta sıralayalım. ABD ordusunun en önemli komutanlarından biri, Suriye’ye ayak basarak oradaki YPG ve YPJ güçlerini ziyaret etti. New York savcısı Preet Bharara, 17 Aralık dosyasının kapağını açtı. Suriye’deki Kürt gruplar Rakka operasyonu için harekete geçti ve onlarla beraber mücadele eden Amerikan askerleri YPG armasıyla görüntülendi.
Herkesin sorusu aynı: “Amerika Tayyip Erdoğan’ın ipini mi çekti?”
Cevap uzun. Ama özetle, hayır. ABD ‘düğmeye’ falan basmış değil. Washington, Erdoğan Türkiyesi’nin bölge için ‘kötü örnek,’ sorunlu bir ‘otoriter rejim,’ hatta birçok Amerikalı yetkinin özel sohbetlerde kullandığı tabirle ‘acıklı’ bir ülke haline geldiğinin farkında.
Ancak Erdoğan’ın uzun süre kalıcı olabileceğinin de…
Bu yüzden, çıkarları örtüştüğü yerde Erdoğan’la işbirliği, örtüşmediği yerde de Erdoğan’a rağmen hamle yapıyor. Başında sevilmeyen bir isim de olsa, Ankara Batı için hâlâ ciddi bir müttefik.
Peki Savcı Bharara’nın açtığı davanın Erdoğan ve yakın çevresine kadar uzanması? İster inanın, ister inanmayın; Bharara gibi güçlü bir savcı, ne ABD yönetimi ne de başka bir yapıdan emir alarak başlattı bu davayı. Yargının tamamen siyasallaştığı ve zapturapt altına alındığı Türkiye’de kimse buna inanmak istemiyor. Ama yargının bağımsız hareket ettiği ülkeler de var. Düşünün bir kere: Bharara seçimle başa gelen biri. Ünlü bir savcı. Tanıyanlar, “Kimseye eyvallahı olmayan biri” olarak anlatıyor. Teknik olarak devlet mekanizması içinde bir ‘patronu’ yok. Ne HSYK, ne Adalet Bakanı. Şu zamana kadar açtığı davalarda, Wall Street’deki dev bankaları hedef aldı, diz çöktürdü. Bunu yapan Türkiye’deki 3-5 politikacıdan mı çekinecek?
Sarraf davasında cemaat parmağı olduğu iddiası zavallıca. İhtiyaç yok ki! Rıza Sarraf dosyasının kapağını açan herhangi bir hukukçunun buralara gelmemesi zaten mümkün değil. Anormal olan, Amerika’daki değil, Türkiye’deki yargı süreciydi. Dosya, tam teşekküllü ve kamuya mal olmuş bir dosya. Ses kayıtlarından fotoğraflara kadar. Ayrıca Bharara’nın kurumsal olarak yardım istediği FBI’n zamanında da yakın takip ettiği bir dosya. Her şey zaten dosyalarda. Obama’nın bunu ne durdurma, ne de yönlendirme imkânı var. (Denese, Nixon gibi görevden alınır; ABD’de yüzyılın skandalı olur.)
Suriye’de Kürtlerle işbirliği konusu ise uzun süredir Washington’da ciddi bir kavga konusu. Obama yönetiminde “IŞİD’le mücadeleyi Kürtlerle götürelim” diyen ve “Hayır Kürtlere fazla bel bağladık, Türkiye gibi önemli bir müttefiki küstürmeyelim” diyen 2 farklı kamp var. Aradaki görüş ayrılığı, aylardır devam ediyor. Kabaca bu ayrıma Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı diyebiliriz.
Ancak nihai kertede kavgayı IŞİD’le mücadelede PYD’yle birlikte götürmek isteyen askeri kanat kazandı. CENTCOM komutanı Josef Votel’in Rojava gezisini de böyle okumak lazım.
Aslında işler tam tersine gidiyordu. Erdoğan’ın Washington gezisi sonrasında ‘Türkiyeci’ ekip bir adım öne çıkmış, önemli bir avantaj elde etmişti. Obama’yla görüşmede Erdoğan’ın Münbiç konusundaki kırmızı çizgisi kabul edildi (“Münbiç’i YPG almasın”) ve Türkiye sınırındaki 100 km’lik IŞİD bölgesinin Türkiye’nin desteklediği muhalifler tarafından alınması konusunda anlaşıldı.
Gel gör ki, Ankara’nın desteklediği gruplar sahada başarılı olamadı. Şu zamana kadar IŞİD’e yönelik ciddi bir üstünlük yok. Sınırı kapatamadılar; Kürtler kadar hızlı ilerleyemiyorlar; Kilis’in güvenliğini bile sağlayamadılar. Ankara ise sürekli Kürtlerden ve ABD’den şikâyet ederek Washington’daki kredisini azalttı.
Bir başka sıkıntı da, Türkiye’nin gidişatı konusundaki kaygılar. Ortadoğu yangın yeriyken ABD Türkiye’nin istikrarsızlığa sürüklenmesini istemiyor. Otoriter bir liderle yönetilse dahi Ankara ile müttefik ilişkisini ite-kaka götürmeye razı. Henüz Erdoğan’ın bir alternatifi olmadığı görüşü yaygın. “Ne yapalım; seçim kazanıyor” diyen çok.
Ancak Erdoğan’ın Kürt meselesinde içeride kullandığı yöntemler, dış dünyaya itici gelen söylemleri ve tek adam rejimi tesisi yolunda attığı adımlar, ciddi sorun yaratıyor. Bunların Türkiye’yi istikrarsızlaştırdığı görüşü hâkim. Erdoğan, Erdoğan’la iş yapmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor.Batı şu zamana kadar Doğu’dan gelen görüntülere, Sur’dan Cizre’ye kadar kentlerin yerle bir edilmesine göz yumdu. PKK’yle mücadelede NATO standartlarının dışına çıkan yöntemlere ses çıkarmadı. Ama nereye kadar? Yavaş yavaş bu sorgulanıyor.
Washington AKP’nin ipini mi çekti diye sorup sonra aklınca hayır çekmedi henüz diyor yazarımız. Yani bu daha çekilmemiş hali demeye getiriyor aklınca. Şimdi aynı yazarların darbenin arkasında ABD’nin olmadığını ispatlama telaşı, seyretmesi ne çok zevkli bir film haline geldi.
Ne demişti yazar kızımız tekrar hatırlatalım:
Suriye’de Kürtlerle işbirliği konusu ise uzun süredir Washington’da ciddi bir kavga konusu. Obama yönetiminde “IŞİD’le mücadeleyi Kürtlerle götürelim” diyen ve “Hayır Kürtlere fazla bel bağladık, Türkiye gibi önemli bir müttefiki küstürmeyelim” diyen 2 farklı kamp var. Aradaki görüş ayrılığı, aylardır devam ediyor. Kabaca bu ayrıma Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı diyebiliriz.Ancak nihai kertede kavgayı IŞİD’le mücadelede PYD’yle birlikte götürmek isteyen askeri kanat kazandı. CENTCOM komutanı Josef Votel’in Rojava gezisini de böyle okumak lazım.
İşte yazarın bahsettiği ABD’li komutan Votel ve Washington’da savaşı kazanıp Türkiye’de sokağa gömülen Pentagon ekibi;
Bu da nazar boncuğu:
Yazar kızımıza tavsiyemiz şunu anlaması:
Savaşlar Washington’da masa başında kazanılmaz. Savaşlar cephede ve sokaklarda kazanılır.
Şimdi de makalesine attığı başlığa binaen sorumuzu soralım:
‘Kim kimin ipini çekmiş acaba?’